Türksüz Türkiye!
- JACOM_CONTENT_CREATED_DATE_ON
- JACOM_CONTENT_WRITTEN_BY
Devleti yönetenlerin izlediği politikaların görünen sonuçlarından dolayı, değerlere yönelik eleştiriler anarşi boyutuna ulaşmıştır. Devlete dışarıdan bakıldığında, yönetenlerin toplumsal yeterliliği olmadığı, seçtiği, seçtirdiği yöneticilerin; suçluluk içerisinde bir görüntü verdiği izlenmektedir. Devlet; yönetenlerinin bireysel becerilerinin üzerindeki, yanındaki, yanlış kişilerin ağırlığının faturasını ödemektedir. Bu durum affedilmez en büyük suç olan yönetememenin de sonucudur.
Devleti yöneteceklerin seçimi öncesi ve sonrası halkın verdiği kararların sağlıklı olup olmadığı tartışılır. Fakat verilen kararın halk açısından somut sonucu, ülkenin bir kaosa sürüklenmesidir. Bunlar birçoğu ölçülebilir anlaşılabilir şeylerken, devleti yönetenlerin politikasını oluşturmadaki gerekçelerini kurgusal ve sistematik analizlerle değerlendirdiğimizde haklılık florası içine alabilen halk kitleleri mevcuttur. Lakin halkın pragmatikliği gözünün gördüğüne inanmasıyla kanaat oluşturmasıdır. Üzücü ki halkımız, kurgusal ve sistematik düşünceden uzaktır. Halk kendisinin bir hak olduğunun farkında olmaması daha derin bir ıstıraptır. Halk iyi yönetildiğinde (kişiler tarafından) duruma vaziyet edebilir.
Devleti yönetenlerin geçmiş perspektifini değerlendirdiğimizde bunların belirli konularda uzman olmaları elbette küçümsenemez. Ancak, siyaset, hayatın her alanında sağlam ilkelere dayalı hareket planıdır. Maalesef bu güne kadar özel alanlardan başka bir yetkinlikleri olmayan devlet yöneticilerinin devletin başına geçtiği dikkatten kaçmamaktadır.
Devletin iyi yönetilmesi için halk “ehlin” ortaya çıkması için gerekli tüm birikimlerini ve samimiyetlerini “diğer gamlık” çerçevesinde ortaya koyarsa ancak ayak sesleri duyulan bölünme kıyametinden korunmuş olunur.
Alacakaranlık kuşağı: Doğum sancısı
Öncelikle Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu 20.yy başındaki uluslararası ortamı ve ülkemizin içinde bulunduğu durumu önyargı, alışkanlıklar, hamasetle değil, gerçek verilere dayanarak iyi analiz etmemiz gerekir. 1789’da başlayan siyasi fırtına, imparatorluklar çağını sona erdirmiştir. 1835/1850 arasında başlayan sanayi devrimi; üretim ve paylaşım süreçlerini baştan aşağı değiştirmiştir. Bu sürecin sonunda iki büyük dünya savaşı çıkmıştır. 1917’de Rusya’nın eksen değiştirmesi ile dünyanın büyük güçleri birbirlerine girdiler.
Bu atmosferde dünyanın güçlerine RAĞMEN değil, büyük güçlerin kabul ettiği bir devlete kavuştuk kavuşmasına da ancak emperyal tüm iddialarımızdan vazgeçtik. Vizyon olarak “yurtta sulh cihanda sulh”politikasını benimsedik.
2. Dünya Savaşı ve soğuk savaşla kavgaya devam eden büyük güçlerin dikkatlerinden kaçarak devletimizi ve milletimizi imparatorluk sosyolojisinden milli devlet kurgusuna geçirdik. 1989 Sovyetlerin dağılması, ABD’nin dünyada tek güç olması, Çin’in kapitalistleşmesi,
Almanya’nın birleşmesi, AVRO’nun çıkışı ile birlikte, eski kıtanın (Avrupa, Asya ve Afrika) büyük güçlerinin (AB, İngiltere, Rusya ve Çin) yarım bıraktığı Osmanlı coğrafyası ve interlantı ile (tüm Türk ve Müslüman coğrafyası), SSCB’nin interlantı defteri tekrar açıldı. Bu defa, deftere ben de imza atacağım diyen dünyanın süper gücü ABD de sahneye çıktı. Bu büyük güçler bilek güreşi için platform olarak Osmanlı/Ortadoğu coğrafyasını seçti.
Ortadoğu’da yaşayan halklar ise alışkanlık, hamaset, önyargı ve dünyayı değil, ahreti önceleyen kültür yapılarından dolayı platform için mümbit bir arazi oluşturuyor. Kaybedilen canlar, yıkılan hayaller ve kayıplar bu bölgeye, kullanılan teknoloji ve kazanımlar büyük güçlere ait. Gözden kaçırılan bir gelecek Turan ülküsü için hareket bulan Türk’ün nefesi kesilmek için Türkiye haritası da açıldı.
ABD, 1. Dünya savaşı sonrası kurulan kurguyu değiştirmekte kararlıdır. ABD; Avrupa’yı yıllarca Alman ve Sovyet korkusu ile zaptı rap altında tuttu. Uzakdoğu’yu Çin kartı ile dengeledi. Avrupa, ABD’ye karşı koyacak durumda değil. 1. Dünya savaşı sonu kurduğu düzen yıkılırsa Avrupa siyasi ve ekonomik interlantını kaybedecek ve bir daha bu nüfus ve pazar yapısı ile dünyada etkin olamayarak hızla refah kaybedecek. ABD’nin bu bölgede projesi gerçekleşirse ve biz bunu iyi yönetebilirsek Türkiye’den başkasının önü açılmayacak. Türkiye’nin önü açılırsa Adriyatik’ten Çin’e kadar dengeler değişecek. Bunun için Avrupa (ALMANYA), Rusya ve Çin’i ABD’nin politikalarına karşı mevzi alamaya ikna etti. Bölgenin yerel güçleri İran, Mısır ve Suudi Arabistan her zamanki gibi bölge dışı güçlere yaslanarak ayakta kalacaklarını ve etkinliklerini sürdürebileceklerini zannediyorlar.
Bölgeye ait olamayan İsrail tam bir sessizlik içerisinde, bölge dışı büyük güçlerin ayaklarının altında dolanmamaya çalışırken, bölge ülkelerinin birbirine girerek güç kaybetmesini beklemekte buna göre zemin oluşturmaktadır. İsrail’in gözü Türkiye’dedir. Türkiye’nin de İran, Suudi Arabistan ve Mısır gibi bölgesel vizyonla davranmasını beklemekte hatta bu yönde teşvik etmektedir. (Hükümet İsrail’e tekrar yanaşma politikası izlemesi ile bu oyuna girmek üzeredir.
Siyasal alanda bunlar ön plandayken, ekonomik alanda Türkiye ve İsrail dışında bölgenin tamamı petrol ve ona bağlı gelir kaynakları ile yaşamını devam ettirmektedir. Petrol fiyatları hızla düşmekte gelecekte artış potansiyeli de bulunmamaktadır. Kuzey ve güney Amerikan kıtası ve dünyanı her yerinden petrol ve yeni enerji kaynakları devreye girmektedir. Çin’in dünyanın üretim motoru olması, gelişmiş ülkelerin buna paralarının değerini düşürerek cevap vermesi, Avrupa ve Rusya’da nüfusun yaşlanması dünyayı ekonomik olarak da gerilime sokmuştur. 2016 ve devam eden yıllar dünya ekonomisinde büyük bir deflasyon riski oluşturmaktadır.
Bütün bu gelişmeler, başta ve öncelikle bölgemiz olmak üzer dünyada siyasi, askeri ve ekonomik çok ciddi bir alacakaranlık kuşağının başladığını göstermektedir. Aktif siyasetin kalmasına ve uyuşmaya, uyutulmaya hazır olun.
ŞAHİN DUMAN