Sunday, Dec 22nd

Last updateFri, 13 Dec 2024 12pm

Buradasınız: Home Röportaj Makale

FU CHUN SHIN (FCS) - PLASTİK ENJEKSİYON MAKİNELERİ

Yeni ekonomik coğrafya perspektifinde şekillenen Türkiye ve Türkî Cumhuriyetlerdeki doğrudan yabancı yatırımların karşılaştırmalı analizi

Özet

Artık günümüzde “ekonomik belirleyicilerin” yanında “coğrafi belirleyicilerin” de bir ülkedeki Doğrudan Yabancı Yatırım miktarının artmasında etkili rol aldığı bir gerçektir. İlk kez Krugman tarafından 1991 yılında ortaya konan merkez-çevre modeli ile yeni ekonomik coğrafya yaklaşımının temelleri atılmıştır. Bu model, firma düzeyindeki artan getiriler, taşıma maliyetleri ve faktör hareketliliği arasındaki etkileşimin ortaya çıkardığı mekansal ekonomik yapının ve söz konusu yapının değişimine yol açan sebeplerin üzerine kurulmuştur. Bu çerçevede, Krugman tarafından 1990’ların sonunda geliştirilen ve artan getiriler ile eksik rekabet modellerini kullanarak ekonominin coğrafik özelliklerini de modelin içerisine alan yaklaşıma “yeni ekonomik coğrafya” yaklaşımı denmektedir. 

Bu doğrultuda hazırlanan çalışmamız üç kısımdan oluşmaktadır. Çalışmanın birinci kısmında, Yeni Ekonomik Coğrafya (YEC) ve DYY’ların mekansal dağılımını belirleyen faktörlere yer verilmiştir. İkinci kısımda, Dünyada ve Türkiye’de DYY’ların gelişiminin hangi yönde olduğu hakkında açıklamalarda bulunulmuştur. Çalışmanın son kısmında ise, ülkemizin DYY’lar açısından çevre ülkeden merkez ülke haline gelmesinin nasıl gerçekleştirilebileceğine karşılaştırmalı ülke analizleriyle yer verilmiştir.

Anahtar Kelimeler: Yeni Ekonomik Coğrafya, Doğrudan Yabancı Yatırımlar, Merkez-Çevre Modeli.

1.Giriş

Günümüzde, dışsal ekonomilerin uzmanlaşmış işgücü piyasalarını ve bilgi taşmalarının yanında tedarikçi ağlarını da çevrelediğini söylemek mümkündür. Öyleyse, ekonomik hayatın, sosyal ve kurumsal olarak mekansal (spatial) konumu olduğu görüşünü savunan “ekonomik coğrafya” yaklaşımını değerlendirmek gerekmektedir. Ekonomik coğrafya yaklaşımı, eşit olmayan mekansal kalkınmanın esrarını açıklamaya çalışmaktadır. Mekansal ekonominin en belirgin özelliği, ekonomik toplanmanın-yığınlaşmanın büyük çaplı etkisidir (Fujita ve Thisse, 2009:109). İktisadi coğrafya yaklaşımı, iktisadi hayatın, sosyal ve kurumsal olarak mekansal konumu olduğu görüşünden yola çıkarak bölgesel farkları anlamak için sosyal yapıların, iktisadi ve politik kuralların, geleneklerin incelenmesi gerektiğine vurgu yapmaktadır ve bu yaklaşımda geçerli olan unsur, belirli kent ya da bölgelerin belirgin özellikleri üzerine yoğunlaşılmasıdır (Filiztekin, 2008:26). 

1990’ların başında ise, Krugman tarafından ekonomik büyümeyi açıklamada dışsal ekonomilerin rolüne vurgu yapılarak Yeni Ekonomik Coğrafya (YEC) kavramı ortaya atılmıştır. 

YEC’in temel özelliklerini aşağıdaki biçimde özetlemek mümkündür (Brakman ve Garretsen, 2006:569);

 İç piyasa etkisi, ölçeğe göre artan getirisi olan endüstrilere yönelik büyük talebi olan bölgeler ürünlerinin oransal payından daha fazlasına sahiptirler ve bu malların safi ihracatçısıdırlar. 

 Büyük piyasa potansiyeli, yerel faktör fiyatlarını artırır. Büyük bir piyasa üretim faktörlerine olan talebi artıracaktır  ve bu faktör kazançlarını artırır.

 Büyük piyasa potansiyeli, faktör girişlerini teşvik eder. Sonuçta serbest(başıboş-footloose Üretim faktörleri), firmaların nispi olarak yüksek faktör bedelleri ödediği bu pazarlara (piyasalara) akabilecektir. 

 Ulaşım ya da ticari maliyetlerin kritik düzeyinde, ticari maliyetlerdeki daha fazla düşüşler yığınlaşmayı teşvik eder. Bunun anlamı;daha fazla ekonomik bütünleşme bir açıdan serbest girişim faaliyetlerinin diğer açıdan üretim faktörlerinin daha fazla yığınlaşmasına neden olmasıdır.

 Şok duyarlılığı; ekonomik çevredeki değişiklikler, ekonomik faaliyetin mekansal dağılımının dengesinde etkili ve kalıcı değişiklikleri tetiklemektedir.

YEC’in üzerinde durduğu temel konuların başında gelen unsur, ulaşım maliyetlerinin önemli olmasıdır. Ulaşım maliyetleri, her bir üretici ve tüketicinin karar almasını etkilemekte ve sonuçta yükselen coğrafi örnekleri tanımlamaktadır. Örneğin, Krugman, yüksek maliyetin dağınıklığa yol açtığını düşük ulaşım maliyetlerinin ise ekonomik faaliyetlerin yığınlaşmasına neden olduğunu gösteren basit iki bölgeli bir model oluşturmuştur (Takaaki, 2006:498). Krugman’ın oluşturmuş olduğu modelde, maddi dışsallıkların (pecuniary externalities)  doğasını anlayabilmek için tarıma ve imalata dayalı iki tür üretime sahip bir ülke oluşturulmuştur. Buna göre tarımsal üretim, ölçeğe göre sabit getiri ve yer değiştiremeyen arazinin kullanımı özelliklerine sahiptir. Bu üretimin coğrafik dağılımı, elverişli toprağın eksojen dağılımı ile belirlenecektir. Diğer taraftan, imalat ise, ölçeğe göre artan getiri ve elverişsiz toprağın kullanımı özelliklerine sahip olacaktır (Krugman, 1991:485). Ölçek ekonomilerine göre, imal edilen her bir mal sınırlandırılmış sayıda alanlarda meydana gelecektir. Başka şeyler eşitken, tercih edilen alanlar ulaşım maliyetlerinin minimize edilmesiyle birlikte büyüyecektir. Diğer yerler, bu merkezi yerlerden hizmet alacaklardır. İmalat üretimi, pazarın büyük olduğu yerlerde yoğunlaşma eğiliminde olacak ancak piyasa imalat üretiminin yoğunlaştığı yerlerde büyük olacaktır (Krugman, 1991:486). Krugman’a göre YEC’in hedefi bir model oluşturmaktır. Bu model ise merkezcil kuvvetlerin ekonomik faaliyetleri bir araya getirdiğini merkezkaç kuvvetlerin ise ekonomik faaliyetleri birbirinden ayırdığını göstermektedir. Bu durum ise bir ekonominin coğrafi yapısının bu güçler arasındaki gerilime göre nasıl şekillendiğini göstermektedir (Fujita ve Krugman, 2004:141).  Öyleyse, DYY(Doğrudan Yabancı Yatırım)’lar da dahil olmak üzere tüm ekonomik faaliyetlerin mekansal dağılımı; merkezcil (centripetal) -ya da yığınlaşma (agglomeration)- ve merkezkaç (centrifugal)-veya rekabet (competition)- güçlerinin kendi aralarındaki ilişkinin bir sonucu olarak görülebilir(Basile, Benfratello & Castellani, 2010:7).

2. Literatür Taraması

Kalkınma iktisadı içerisinde etkinliği olan neoklasik ve keynesgil yaklaşımın odak noktasında ekonomik gelişme yer almaktadır. Söz konusu yaklaşımlar içerisinde yer alan ekonomik aktörlerin rollerine etki edecek sosyo-politik unsurlar ya çok az ya da hiç bulunmamaktadır (Filiztekin, 2008:26). Oysa Alfred Marshall tarafından 1890’larda geliştirilen “mekansal dışşallık” kavramı olan “yığınlaşma” (agglomeration), günümüzde kentsel gelişimin, verimliliğin ve yatırımların temel açıklaması olarak kullanılmaktadır (Guimaraes, Figueiredo ve Woodward, 2000:115). A. Marshall,  “Ekonominin Prensipleri” adlı eserinde konuyla ilgili aşağıdaki tespitleri yapmıştır (Guimaraes v.d., 2000:116); 

“Bir sanayi (endüstri) kendisi için bir bölge seçtiğinde, orada uzun süre kalır; bu bölgelerde insanların birbirlerinden etkilenerek benzer ticari becerilere sahip olmasını sağlayan avantajlar oldukça büyüktür. İşverenler, ihtiyaç duydukları özel kabiliyetleri olan çalışanları seçebilecekleri herhangi bir yere yerleşme eğilimindedirler. İstihdam çeşitliliğinin avantajları, bazı imalatçı kasabalarımızda yerleşmiş sanayi ile birleştirilmiştir ve bu yerleşim alanlarının süregelen büyümesinin başlıca nedenidir.” 

Marshall’a göre yığınlaşma (agglomeration), bir firmayı dışlayan fakat küçük bir coğrafik alanı dahil eden ekonomileri ortaya çıkarmaktadır. 

1990’lı yıllara gelindiğinde ise Krugman tarafından merkez-çevre modeli ile yeni ekonomik coğrafya yaklaşımının temelleri atılmıştır. Bu model, firma düzeyindeki artan getiriler, taşıma maliyetleri ve faktör hareketliliği arasındaki etkileşimin ortaya çıkardığı mekansal ekonomik yapının ve söz konusu yapının değişimine yol açan sebeplerin üzerine kurulmuştur. Bu çerçevede, Krugman tarafından 1990’ların sonunda geliştirilen ve artan getiriler ile eksik rekabet modellerini kullanarak ekonominin coğrafik özelliklerini de modelin içerisine alan yaklaşıma “yeni ekonomik coğrafya” yaklaşımı denmektedir. Ancak, 2008 yılı Nobel İktisat Ödülü’nü kazanan Paul Krugman’ı diğer bilim adamlarının yaptıkları çalışmalarından ayıran unsur, genel denge modelini, “ekonomik faaliyetin neden, nasıl ve ne zaman belli yerlerde toplandığını” açıklar hale getirmiş olmasıdır (Fujita v.d., 2009:109). Krugman’ın yapmış olduğu çalışmadan bu yana, ekonomik faaliyetlerin yerleşimini(lokasyonunu) anlamaya yönelik bir takım çalışmalar geliştirilmiştir.

Ekonomik coğrafyaya yönelik yapılan diğer çalışmaları şu şkilde özetlemek mümkündür. Kentlerin ve sanayinin var oluşuna yönelik ilk açıklama, firmaların karlarını maksimize etmek için yerleştiklerini varsayan Lösch’ün “merkezi yer teorisi”dir. Krugman (1995) “piyasa büyüklüğü”, “yığınlaşma” ve “yerel ekonomiler”i birleştirerek bu teoriyi genişletmiştir. Henderson, Shalizi ve Venables (2000) “yığınlaşma” hakkında bir değerlendirme önermiştir. Piyasa tabanlı faktörlere ek olarak, “kayırmacılık” gibi politik bağlantılı güçlerin ve uygulamaların da belirli bölgelere doğru sanayinin lokasyonunu etkileyebildiği belirtilmiştir. (Sridhar ve Wan, 2010:114). Krugman ve Venables (1996) tarafından yapılan çalışmada, yığınlaşma kuvvetlerinin, ticari serbestleşme sonrası endüstriyel kümelenmeye sebep olduğu tespit edilmiştir. Bütünleşme ve yığınlaşma arasındaki tek düze olmayan ilişki ilk olarak Venables (1996), daha sonra ise Krugman ve Venables (1995) ve Puga (1999) tarafından ortaya konulmuştur. Bununla birlikte, tüm bu modellerde, ülkelerin baştan farksız olduğu varsayılmaktadır (karşılaştırılabilir üstünlüğü yoktur) ve bu nedenle ticaret yapısı belirsizdir. Pek çok YEC modeli, faktör gelir (factor endowment) farklılıklarından soyutlanmış olmasına rağmen, bir takım istisnalar bulunmaktadır. Krugman ve Venables (1990), ülkelerin artan bir biçimde ticari serbestleşmenin son aşamasında karşılaştırılabilir üstünlüğe sahip sanayilerinde uzmanlaşmalarından ötürü yığınlaşma kuvvetlerinin karşılaştırmalı üstünlüğe denk gelen ve bu tip bir olgunun geçici olduğu hem faktör gelirleri açısından hem de piyasa büyüklüğü açısından farklılaştığı iki ülkeli modeli değerlendirmişlerdir (Epifani, 2005:647- 648).  

3. Doğrudan Yabancı Yatırımların Mekansal Dağılımını Belirleyen Mekansal Yer Belirleyicileri

Yabancı yatırım, yatırılabilir kaynakların kişi ve kuruluşlar tarafından bir başka ülkeye taşınmasıdır. Bir ülke borsasında işlem gören şirketlerin hisselerinin bir diğer ülke ya da ülkelerin kuruluşları tarafından satın alınmasını ifade eden portföy yatırımları dışında kalan ve bir ya da birden fazla uluslararası yatırımcının tamamına sahip olarak ya da yerli bir ya da bir kaç firma ile ortaklık halinde gerçekleştirdiği yatırımlar, Doğrudan Yabancı Yatırım(DYY) olarak tanımlanmaktadır (DPT, 2000:1; OECD, 1999:7). DYY’lar genel anlamda bir ülkedeki yerleşik bir işletmenin başka bir ülkede uzun süreli bir ilişki kurmak amacıyla gerçekleştirdiği uluslararası yatırımları ifade etmektedir (IMF, 1993: 86). Bu tip yatırımlar, sermaye transferi olmakla birlikte, aynı zamanda teşebbüs, teknoloji, risk taşıma ve organizasyon aktarımı da sağlamakta ve bu nedenle işletmelerin sadece kuruluş ve teçhizatının finansmanı olarak değerlendirilmemektedir. Dolayısıyla DYY’ler, işletmecilik bilgisi ve know how’ı da beraberinde getirmekte, ayrıca rekabet faktörünü ülkeye sokmaktadır. İyi planlanmış ve etkin bir şekilde yönlendirilebilmiş DYY’ler, yatırımın yapıldığı ev sahibi ülke ekonomisi üzerinde çeşitli olumlu ekonomik etkiler yaratır. Bunlar, üretim, istihdam, gelir, ihracat artışı, ödemeler dengesi, ekonomik gelişme ve genel refah gibi etkilerdir. DYY’lerin temel etkisi ise ev sahibi ülkenin milli gelirine olan net katkısıdır (Görgün, 2004: 4).

UNCTAD 1998 yılı Dünya Yatırım Raporu’nda, DYY’leri etkileyen faktörlere ilişkin bir analiz yapmıştır. Söz konusu belirleyicileri, üç ana başlıkta toplamıştır: Bunlar; ekonomik faktörler, yatırım ortamına ait faktörler ve politik faktörlerdir. Ayrıca, ekonomik faktörlerin yatırım stratejileri açısından alt başlıkları da ortaya konmuştur. UNCTAD’ın belirtmiş olduğu faktörler Tablo 1’de verilmiştir.

Tablo-1’de farklı derecelerde de olsa DYY’ları etkileyen faktörleri bir arada görmek mümkündür (Redding ve Venables, 2004: 78) tarafından 101 ülkeden elde ettikleri veriler doğrultusunda yapılmış olan çalışmada ortaya konulan modelde kullanılan regresyon analizlerinin sonuçları şunu göstermiştir; DYY’ların pazara girişinin “ekonomik belirleyicileri”nin yanında da “coğrafi belirleyicileri”nin etkilerinin de önemli olduğudur.

DYY’ların yer seçim kararlarında etkili olan yer belirleyicileri, akademik ve politik çevrelerin dikkatini çeken en önemli konulardandır. Hükümetler yabancı yatırımları ülkelerine çekebilmek adına hazırladıkları ve uyguladıkları politika paketlerinde bu determinantları dikkate almaktadır. Bu alanda geniş bir akademik literatürden bahsetmek mümkündür. Geçmiş çalışmaları incelediğimizde, Vernon’un “ürün ömür süresi hipotezi”, Kojima’nın “karşılaştırmalı maliyet teorisi” ve Buckley ve Casson tarafından geliştirilen “içselleştirme teorisi” gibi geleneksel uluslararası yatırım teorilerinin, farklı bakış açılarından DYY’nın motivasyon ve yer belirleyicilerinin araştırıldığı görülmektedir. Daha sonraki çalışmalarda, Dunning var olan DYY teorilerini sentezlemiş ve yeni bir teorik yapı geliştirmiştir. Dunning’in teorik yapısı, ev sahibine özgü avantajlar, içselleştirilmiş avantajlar ve lokasyon avantajları bakımından DYY’nın belirleyicilerini ve yapısını analiz eden uluslararası eklektik (derleme) üretim teorisi olarak adlandırılmaktadır. Lokasyon avantajları, üretim alanının seçimini belirleyen varlık ve kaynak donatımlarına, işgücü maliyetlerine, piyasa ve göreli faktörlere, altyapı ve devlet politikalarına özgü avantajlardır. Dunning’in teorisine dayanarak, ülkelerarası birçok karşılaştırma yapılmıştır (Xu, Liu & Qiu, 2009:3).

Ayrıca XU, LIU ve QUI tarafından yapılan “Spatial Determinants of Inward FDI in China: Evidence from Provinces” isimli çalışma mekansal dağılıma en iyi örnek oluşturacak çalışmalardan bir tanesi olarak kabul görmektedir. Çin’deki DYY’lara ilişkin mekansal determinantların incelendiği bu çalışmada Yeni Ekonomik Coğrafya Teorisi çerçevesinde, 1998-2007 yılları arasında Çin’de DYY’ların lokasyon kararlarını etkileyen en önemli etkenlerden birinin “ yığınlaşma ekonomisi” (agglomeration economics) olduğu ortaya konmuştur.

1970’lerin sonlarında dış Dünyaya açılma politikaları izlemeye başlamasıyla, yüksek düzeylerdeki DYY akışı Çin ekonomisinin fenomen bir özelliği olmuş ve Çin’in hızlı ekonomik büyümesinin en önemli  itici faktörlerinden biri haline gelmiştir. DTÖ’ne girişi Çin’i Dünya yabancı yatırımları açısından yeni bir “sıcak alan” yapmış, Çin’i- ABD’nin yerine- 2003 yılında yabancı sermaye akışı açısından Dünyanın en büyük ülkesi düzeyine yükseltmiştir. 2006 yılı sonunda, Çin de toplanmış DYY miktarı 524 milyar dolar düzeyine ulaşmıştır. İlginç olan, bu yatırımların büyük çoğunluğunun Çin’in Doğu kısmında, sahil bölgelerinde yığınlaşması(agglomeration)dır. DYY’ların Çin’deki bölgesel yoğunluğu sırasıyla, Doğu’da % 86,85, merkezde % 8,79 ve Batı’da % 4,37’dir. Çin’in ekonomik kalkınmasındaki bölgesel dengesizlik nedenlerinden biri bizzat DYY’lar olmuştur. Bu durumda; Çin’de DYY’ların lokasyon dağılım kararlarında en etkili elementler nelerdir? Niçin DYY’lar Çin’in batı kısmında değil de doğusunda yoğunlaşmıştır? Yaygın ekonomik-coğrafi faktörler nelerdir ve bunlar dışında hangi faktörler sayılabilir? Merkez- Çevre (Core-Periphery) bir çerçeve içinde Çin’deki tüm  büyük şehirler, en büyük iş merkezleri olarak, Hong Kong ve Shanghai, Çin’deki DYY lokasyon dağılımı üzerinde hayati etkiye sahiptir. Bununla birlikte başkent Beijing, başkent olmasına rağmen DYY’ların yer seçim ve dağılımı üzerinde pek etkili olmamıştır.(Xu, Liu ve Qiu, 2009:1-3)

Çin’deki DYY’ların, geldiği kaynak ülkeler açısından da yatırım yeri seçminde farklı determinantların baskın olabildiği gözlenmektedir. Sözgelimi, Kore, Avustralya, Almanya, Japonya ve Singapur gibi ülkelerden gelen DYY’lar için yığınlaşma (agglomeration) etkisinin varlığı açıkken,, Fransa, ABD, Birleşik Krallık ve Tayvan’dan gelen yabancı yatırımlar açısından bunun etkisi çok açık değildir. G.Kore, Avusralya, Singapur, Tayvan DYY’ları işgücü kalitesine daha duyarlı gözükmektedir (Xu, Liu & Qiu, 2009:3). 

Yapılan çalışmalar doğrultusunda, DYY’ların yönünü belirleyen coğrafi unsurları üç alt başlıkta toplamak mümkündür. 

3.1. Yoğunluk Unsuru

Yoğunluk, kentsel yerleşim yerlerinin karakteristiği olarak değerlendirilmektedir. Buradan hareketle, yoğunluk, her bir kıta parçasının ekonomik kütlesi ya da ekonomik faaliyetin coğrafi sıkılığıdır (Dünya Bankası, 2009:49). Bir ülkede kentleşme hızı arttıkça, o ülke daha da zenginleşmekte ve ekonomik faaliyet genişlemektedir. Ekonomilerin bu coğrafi dönüşümü ise hem kalkınmayı sağlamak hem de yoksulluğu ortadan kaldırmak için önemlidir. Yüksek yoğunluk, sermaye ve istihdamın coğrafi yığınlaşmasını sağlamaktadır. Bu durum ise, hem istihdam hem de nüfus yoğunluğu ile ilişkilendirilmektedir. Büyük kent merkezleri gerek ekonomi gerekse de toplum için bölgesel odak rolü üstlenmektedirler. Örneğin, bu tür kentler, etrafındaki bölgelere hizmet veren finansal sektörlere yönelik yerel merkez haline gelebilirler; Hamburg, Hanover ve Münih, yerel girişimci sermaye firmalarının toplanma yerleri olmalarının yanında bölgesel menkul kıymetler borsasının da merkezleri haline gelmişlerdir (Dünya Bankası, 2009a:51). Ekonomik yoğunluğun arttığı kentlerin en ayırt edici unsuru ise, ait olduğu ülkenin GSYİH’nın oluşturulmasında ağırlığa sahip olmalarıdır. Örneğin, 2005 yılı itibariyle tek başlarına Tokyo, New York ve Londra’nın ekonomik yoğunluklarından dolayı üretmiş oldukları çıktı miktarı sırasıyla Kanada ve İspanya’ya eşit değerlere ulaşmıştır (Dünya Bankası, 2009a:57). Çin, Hindistan ve Brezilya’yı inceleyen Sridhar (2006) Hindistan’da büyüyen merkezlerin istihdam etkisi üzerine çalışmıştır ve firmaların bir şehre yerleştikten sonra, yatırım yaptığını, iş, gelir ve çıktı yarattıklarını tespit etmiştir. Bu bulgular ışığında, kentlerde firma yerleşme tercihleri, kentlerin makro ekonomik büyümenin motoru olma kabiliyetini etkilediğini görmek mümkündür. Çin, Hindistan ve Brezilya ekonomilerindeki kentlerin makro ekonomik büyümenin motoru olduğu bir gerçektir – örneğin, 2000 yılından itibaren Brezilya’nın % 81’i kentleşmiş ve GSYİH’nın % 90’nı kentlerde üretilmiştir. Çin’in GSYİH’nın % 70’ni kentleri üretmektedir. Hindistan’da bu oran % 50 olmakla birlikte 2011 yılına kadar % 65 ‘lere çıkacağı tahmin edilmektedir(Sridhar ve Wan, 2010:114). Bu tür özelliklere sahip olan kentleri kendisine mekan olarak DYY daha kolay tercih edebilmektedir.    

Ekonomik faaliyetlerin yığınlaşması (agglomeration), işgücü piyasasının gelişimi, aracı mal paylaşımı ve teknolojik taşmalar gibi kanallar yoluyla dışsal faydalar sağlayabilir. Bu nedenle, yığınlaşma (agglomeration)  faktörü, DYY’yı etkileyen önemli bir bakış açısıdır. Örneğin, daha önce Li ve Park (2006), Kangning Xu ve Jian Wang(2002) ve Hong(2007) tarafından yapılan çalışmalar, yığınlaşma etkisinin çok uluslu şirketlerin yer seçimlerini etkileyen önemli bir faktör olduğunu göstermiştir. Yığınlaşma (agglomeration) faktörü DYY’nin yer seçimini iki şekilde etkilemektedir. DYY yığınlaşma etkisi ve DYY’nın ülkeye özgü yığınlaşma etkisidir. DYY’nın yığınlaşma etkisi, DYY artışının belirli yerin DYY stoku tarafından etkileneceğini göstermektedir. Yani, yeni yabancı yatırımcılar, yüksek seviyede DYY’nın olduğu alanlara girme eğilimindedirler. Örneğin, Canfei He’nin çalışması, DYY’deki “bölgesel kendini kuvvetlendirme” mekanizmasının bir bölgenin seçimindeki sertlik derecesini belirlediği göstermiştir. Ülkeye özgü toplanma etkisi, aynı kaynak yerinden gelen DYY’nin belirli bir alanda yoğunlaşması olgusunu tanımlamaktadır (Xu, Liu & Qiu, 2009:6). Carlton(1983), ABD’nin metropolit alanları arasında dar biçimde tanımlanmış 3 endüstrisinde (fabrika) tesis kurmanın olasılığını test etmiş ve endüstriye özgü yığınlaşma ekonomilerinin istatistiki olarak etkili yer belirleyicileri olduklarını tespit etmiştir. Benzer bir metodolojiyi kullanarak, Luger ve Shetty(1985), üç basamaklı SES(Standart Endüstriyel Sınıflandırması) düzeyine göre yığınlaşma ekonomilerini test etmiş ve bunun yabancı firmanın yer seçimine yönelik etkisini teyit etmişlerdir. 

3.2. Mesafe Unsuru

Mesafe, ekonomik kalkınmaya eşlik eden ve hızlı ekonomik büyüme için önemlilik arz eden mekansal dönüşümlerin açıklanmasına yardım eden bir kavramdır. Ayrıca, mesafe, malların, hizmetlerin, emeğin, sermayenin, bilginin ve fikirlerin bir yerden bir başka yere taşınmasının kolay ya da zor olduğunu ifade etmekte ve sermaye akımlarının, işgücü hareketlerinin ve malların nasıl kolaylıkla taşınabildiğini ölçmektedir (Dünya Bankası, 2009a:75). YEC teorisi, ölçeğe göre artan getirinin ve ulaşım maliyetlerinin karşılıklı etkisi altında, firmaların düşük ulaşım maliyetleriyle büyük çaplı piyasa içine girişini kolaylaştıran bir durumda yerleşme eğilimi içinde olduklarını ortaya koymaktadır. Daha fazla altyapı gelişimi, ulaşım ve bilgi toplama maliyetlerinin azaltılması yoluyla, DYY’nin yer seçimi üzerinde olumlu bir etkiye sahiptir. Daha önce yapılan birçok çalışma, altyapının çeşitli türlerinin geliştirilmesinin DYY’nın yer seçiminde olumlu etkiye sahip olduğunu göstermiştir. Pek çok geçmişte yapılan çalışma, tren yolunun ya da otobanların önemine vurgu yapmışken çok az çalışma DYY’nın yer seçimine yönelik hava taşımacılığının önemine vurgu yapmıştır. Aslında, DYY’ye göre, hava taşımacılığı, bilgi toplamayı azaltmada, uluslararası ziyaretlerini ve insan sermaye akımını arttırmada en önemli rolü oynamaktadır(Xu, Liu & Qiu, 2009:5). Sridar(2005) ın Hindistan’da yaptığı bir araştırma, Hindistan’ın büyüyen merkezlerinde firma yerleşmelerinin en önemli belirleyicinin altyapı olduğunu ispatlamıştır. Aynı sonuca varan bir diğer çalışma ise Mani, Pargal ve Hug (1996) tarafından yapılmıştır. Bu çalışmaya göre, 1980’lerde, enerji kullanılabilirliği, sağlam alt yapı ve üretim faktörleri, Hindistan’ın ana eyaletine yapılan yatırımı etkileyen önemli bir faktördür(Sridar ve Wan, 2010:114). Endonezya’da daha iyi yol bağlantıları seyahat zamanını kısaltmış ve daha büyük toplanma bölgeleri yaratarak ekonomik merkezlere olan uzaklık da daralmıştır. 

Ekonomik coğrafya ve ulaşım teknolojisi arasındaki ilişkiyi açıklamaya çalışmanın bazı nedenleri bulunmaktadır. Bu nedenler(Takaaki, 2006:499);

 bazı ülkelerin modern teknoloji kullanımıyla yollarını rehabilite eden ülkelerin bunu yapmayan ülkelere göre ekonomik coğrafya açısından farklılıkların bulunması,

 teknolojiye adapte olmak sadece mevcut refah seviyesini tanımlamasının yanında ekonomik gelişmenin yolunu ve onun gelecekteki düzeyini de tanımlamasıdır. 

 Ekonomik gelişmenin koordinasyon sorunuyla ilgili bir durum olmasıdır. Modern ulaşım teknolojisinin sadece bir bölgede yoğunlaştığını ve bu bölgede refah seviyesinin daha yüksek olduğunu varsayarsak, üreticiler arasındaki koordinasyon da bu bölgede artacaktır. 

 Ekonomik coğrafya ve ulaşım teknolojisi arasındaki nedensellik yönünü birleştirirsek, olumlu bir geri besleme elde ederiz. Şöyle ki, ayrışmadan ziyade toplanma modern ulaşım teknolojisiyle daha fazla ilgilidir. Eğer bir bölgede ekonomik faaliyetlerin yoğunlaşması gerçekleşiyorsa, teknoloji uyum sağlıyor demektir. Dolayısıyla,  yoğunlaşmanın artmasını sağlayacak ulaşım maliyetlerinin düşürülmesi bir başka nedendir. 

2009 Yılı Dünya Kalkınma Raporu’na göre, ulaşım ve ticaret maliyetleri, ticaret hacimlerini etkileyen unsurlardır. Özellikle ara mallarının nakliyesinde oluşan maliyetlerin artışı doğrudan doğruya malların fiyatlarına yansıtılarak ticaret hacimlerinde olumsuz bir durumun meydana gelmesine neden olmaktadır (Dünya Bankası, 2009a:171).

3.3. Ayrışma Unsuru

Küreselleşme sürecinin son evresinin başlangıcı olan II. Dünya Savaşı sonrasında sınırların ortadan kalktığı bir dünya hedeflenmekteydi. Ancak son 50 yıllık süreçte ülkeleri birbirinden ayıran sınırların sayısı azalmaktan ziyade üç kat artarak 600’e ulaşmıştır. Böyle bir ayrışımın sonucunda ekonomik kalkınmanın nasıl etkileneceğini değerlendirmek gerekmektedir. Ayrışmanın zıttı olan bütünleşme ya da entegrasyon içerisinde bölgeler incelendiğinde, birbirine bağlanmış bölge ya da ülkeler Dünya GSYİH’dan, büyük piyasalardan ve üretimde ölçek ekonomilerinden daha fazla fayda sağlamaktadırlar (Olds ve Yeung, 2004:493-494).

Küresel GSYİH’nın dağılımını gösteren grafik incelendiğinde; sözü edilen entegrasyonlar sayesinde ekonomik faaliyet belli bölgelerde yığınlaşmalara yol açmakta ve dolayısıyla tüm dünyanın GSYİH’nın üretiminde belli birkaç bölge söz sahibi olmaktadır. Ülkeler bu tipte bir ayrışmayı engelleyip, entegrasyonu sağlayıcı açılımlar gerçekleştiremez ise, Dünya GSYİH’na yaptıkları katkı ve bundan aldıkları pay çok düşük olmaya devam edecektir. Dolayısıyla mal ve hizmet akımlarını, sermayenin ve insanların serbest dolaşımını kısıtlayan ve ayrışan ülkelerin bu durumdan olumsuz bir biçimde etkilenecekleri kaçınılmaz hale gelmektedir (Dünya Bankası, 2009: 97). Şöyle ki, ülkeleri birbirinden ayıran sınırlar arttıkça ticaretin, seyahat yapma özgürlüğünün ve üretim faktörleri akışkanlığının daralması sonuçları doğacaktır.

4. Dünyada DYY’ların Gelişimi

DYY, bir işletmenin, yatırımını ülke sınırları dışına yaymak üzere ana merkezinin dışındaki ülkelerde (ev sahibi ülke) üretim tesisi kurması ya da mevcut üretim tesislerini satın alması, yerel bir firmayla ortak girişimde bulunması olarak tanımlanmaktadır. Yeni iş Grafik incelendiğinde, ekonomik entegrasyonun ve büyüme hızlarının yüksek olduğu bölgelerde (Kuzey Amerika, Batı Avrupa, Japonya, Avustralya ve Yeni Zelanda), ülkeler arasındaki sınırlardan kaynaklanan bir ayrışma bulunmuyorken, düşük büyüme hızlarına sahip bölgelerdeki ülkelerin (Asya, Afrika, Doğu Avrupa ve Latin Amerika) birbirleri arasındaki sınırların daha da kalınlaştığı görülmektedir.

Anderson ve Wincoop (2003: 188-189)’un Kanada ve ABD’yi değerlendirdikleri çalışmalarında, uluslararası sınırların sanayileşmiş ülkeler arasındaki ticareti % 20-50 arasında azalttığını tespit etmişlerdir. Köse, Prasad, Rogoff ve Wei (2006: 51-52) tarafından yapılan bir başka çalışmada ise, küresel entegrasyonun ve sermaye akımlarının libere edilmesinin dolaylı etkilerinin sermaye birikiminin ve portföy çeşitliliğinin dolaysız etkilerinden daha fazla olacağını ortaya koymuşlardır. Serbest piyasaların daima parasal disiplini, makro ekonomik istikrarı ve finansal gelişimi desteklediği sonucuna ulaşmışlardır. 

İstisnaları olmasıyla birlikte, pek çok kara ile çevrili ülke, komşu ülkelerin fakir olmasından ve piyasalara uzak kalınmasından kaynaklanan piyasaya erişim zorluklarından dolayı, dünyanın en fakir ülkeleri olmaktadırlar. Örneğin, Doğu Avrupa ve Orta Asya ülkelerinin en fakir olmalarının nedenleri arasında sözü edilen unsurların ağırlığı oldukça fazladır (Dünya Bankası, 2009a:101). 

Tüm bu etkenler açısından ayrışım düzeyi yükseldikçe entegrasyon azalmakta ve DYY’ların ülkeye girişi ya sekteye uğramakta ya da hiçbir biçimde ayrışan ülkenin DYY çekme potansiyeli kalmamaktadır. Bu durumun altında yatan sebep, herhangi bir ülkenin ayrışma düzeyi arttıkça ülkenin piyasa potansiyelinin ve piyasaya giriş düzeylerinin olumsuz yönde etkilenmesi olarak ileri sürülebilir. Sonuç itibariyle, açıklık ve entegrasyon küçük ve etrafı sadece kara parçasıyla çevrili ve dünya piyasalarına ulaşım açısından komşularına bağlı olan ülkeler için çok faydalı olmaktadır. Örneğin, Lüksemburg’un günümüzde küçük bir ülke olması sorun yaratmamaktadır. Lüksemburg, sıkı bir biçimde Avrupa ekonomisine entegre olduğu ve bu nedenle de büyük bir ülkedeki uzmanlaşmış bir kent gibi faaliyet gösterdiği için piyasalara erişim konusunda herhangi bir sorun yaşanmamaktadır. Aynı şekilde, İsviçre’nin de etrafının sadece kara parçasından ibaret olması uzmanlaşmış imalat ve hizmet sektörlerini yaratmasını engellememiştir. Lüksemburg ve İsviçre örneği göstermektedir ki, entegrasyon, ülkelerin uzmanlaşmadan ve daha büyük ülkelerde geçerli olduğu ileri sürülen ölçek ekonomilerinden faydalanmalarını sağlamıştır (Dünya Bankası, 2009a:119-120).  

Fırsatları yaratmak ve ileri teknolojiye dayalı sermaye stokunu artırmanın yanı sıra, DYY’nin ekonomik büyümeye katkıları da önemlidir. DYY, teknoloji ve teknik bilgi gerektirdiğinden, ekonomi üzerindeki etkisi hem dolaylı hem de doğrudan olmak üzere iki boyutludur. Mülkiyet kontrolü de içerdiğinden; Ar-Ge faaliyetleri, beşeri kaynakların zenginleşmesi, artan teknoloji transferi ve verimlilik yollarıyla büyümeyi etkileyebilir (Jindra, 2006:16-19 ; Jones ve Wren, 2006:8-9 ; Yılmaz, 2007:15). DYY türleri; % 100 tam sahiplik veren sıfırdan yapılan yatırımlar (greenfield investment), ortak girişimler, işletme birleşmeleri ya da yerel bir işletmeyi satın almak (merger & acquisition) şeklinde gerçekleşebilmektedir (Ulaş, 2008:78). Ülkelerin ekonomik yapıları ve gelişmişlik düzeylerinde faktör donanımları belirleyici bir niteliktedir. Malların ulusal ve uluslararası değişiminde mal fiyatları, emeğin değişiminde ücret, sermayenin değişiminde de faiz belirleyici girdiler olmaktadır. Ülkeler arasındaki ücret ve faiz faklılıkları, emek ve sermaye donanımı yoğunluğundaki farklardan oluşmaktadır. Sermaye ve emek yönünden zengin olan ülkelerde bu girdilerin fiyatı düşük, kıt olan yerlerde ise, yüksektir. Bu da faktörlerin bol olduğu ülkelerden az olan ülkelere doğru bir girdi akımı başlatmaktadır. Bu akım yabancı sermaye yatırımlarının ortaya çıkmasının en önemli nedenlerindedir (Jenkins, 1987:18). Bu kapsamda önem arz eden DYY’ların global bazda seyrini Tablo-2’de değerlendirmek mümkündür.

Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Örgütü’nün (UNCTAD) her yıl hazırladığı raporlar doğrultusunda elde edilen verilere göre, hazırlanan Tablo-2, 2000-2013 yıllarına ait küresel DYY’ların seyrini aktarmaktadır. 2000 yılında ulaşılan yaklaşık 1,4 trilyon dolarlık tarihi seviyeden sonra 2003 yılına kadar yoğun bir gerileme eğilimi gösteren DYY’ların 2003’deki miktarı bir önceki yıla göre yaklaşık %10’luk bir kayıpla 557 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. 2003 yılı sonuna kadar gerçekleşen bu düşüşlerin nedenleri; dünyanın hemen hemen tümünde yavaşlayan ekonomik büyüme hızı, şirket hisselerinin değer yitirmesi, hızlı toparlanamamadan ötürü şirket karlılıklarında yaşanan düşüşler ve bazı ülkelerde özelleştirme stratejilerinin çıkmaza girmesi olarak gösterilmiştir (UNCTAD, 2003:4-5). Dünya ekonomik büyüme hızında yaşanan ciddi iyileşmeler, şirketlerin rekabet edebilirlik güçlerinin artışı ve ölçek ekonomilerinin ortaya çıkışıyla birlikte, bir önceki yıla göre 2004 yılındaki DYY miktarı, yaklaşık % 33 oranında artarak 742 milyar dolara ulaşmıştır (UNCTAD, 2005:1-4). Dünya GSYİH büyüme hızındaki pozitif yönlü değişime paralel olarak, DYY’lardaki toparlanma hız kazanmaya başlamıştır. 2007 yılına gelindiğinde, DYY miktarı yaklaşık olarak, 1,9 trilyon dolar olmuştur ki bu seviye bugüne kadar en yüksek miktar olarak tespit edilmektedir (YASED, 2007:1-2). 2007 yılının sonunda başlayan finansal kriz 2008 ve 2009 yılında kendisini başta gelişmiş ülkeler daha sonra ise tüm dünyada en ağır biçimde hissettirmiştir. Hali hazırda etkileri devam eden kriz sonucunda, 2009 yılı DYY miktarı, GSYİH’daki 2’lik daralma ile birlikte yaklaşık 1,1 trilyon dolara gerilemiştir. Krizden etkilenen çok uluslu şirketlerin yatırım harcamalarındaki düşüş nedeniyle, 2009 yılında uluslararası doğrudan yatırım girişlerindeki düşüşlerin devam ettiğini görmek mümkündür (UNCTAD, 2009a:3 ; UNCTAD, 2009b:3-5). Uluslararası doğrudan yatırım akımlarında 2008–2009 yılları arasında görülen azalma 2 temel sebebe dayanmaktadır.  İlk olarak, firmaların karlarında oluşan azalma ve finansman kaynaklarına ulaşmanın zor ve yüksek maliyetli oluşu sebebiyle firmaların yatırım kapasitesinde düşüşler meydana gelmesidir. Diğer neden ise, özellikle krizin yarattığı şiddetli durgunluğun etkilediği gelişmiş ülkelerde yatırım eğilimlerinin olumsuz yönde etkilenmesidir.  Şirketler söz konusu krizin iş ortamını daha çok etkilemesi ihtimalini göz önünde bulundurarak maliyetlerini ve yatırım programlarını tekrar gözden geçirip kırılganlığı azaltmaya çalışmaktadırlar. Piyasa, etkinlik ve kaynak arayan uluslararası doğrudan yatırım, anılan faktörlerden değişik ölçülerde etkilenebilecektir (UNCTAD, 2009a:3 ; UNCTAD, 2009b:3-5). 2010 yılına gelindiğinde, yaşanmakta olan kriz etkisinin hafiflemesiyle birlikte 2010 yılında Dünya GSYİH % 4’lük bir artış ve DYY akımında yaklaşık 1,2 trilyon dolarlık bir miktar oluşmuştur. Değerlendirilmesi gereken bir diğer nokta ise, 2009 ve 2010 yılları itibariyle toplam DYY akımlarının yarısına yakınının gelişmekte olan ülkelerde gerçekleşmesidir. Bu durumun nedeni olarak ise, gelişmekte olan ülkelerin ya da geçiş ekonomilerinin göreceli olarak hızlı bir biçimde ekonomik iyileşme göstermeleri, yurtiçi talebinin güçlü olması ve büyüyen SOUTH-SOUTH DYY’ları olarak gösterilmektedir(UNCTAD, 2011:3-4). 2011 sonrası gelişmekte olan ülkelerin DYY’larındaki artışın devam etmesine karşın gelişmiş ekonomilerdeki DYY’larda düşüş olduğu gözlemlenmektedir. Dünya ekonomisinin kırılgan olduğu bu dönemde, söz konusu düşüşte Avrupa Birliği üyesi ülkelerdeki borç krizinin ve durgunluğunun büyük rolü olduğu bilinmektedir (UNCTAD, 2014: 3-5). 2013 yıl sonu itibariyle gelişmekte olan ülkeler DYY akımı değerlerini yükseltmeye devam ederken, gelişmiş ülkeler yukarıda bahsetmiş olduğumuz sebeplerden ötürü ancak yaralarını bir nebze de olsa sarabilmişler; ancak eski günlerine dönememişlerdir.  

5. Türkiye’de ve Türki Cumhuriyetlerde DYY’ların Gelişimi

DYY’lar gerek Türkiye gerekse de Asya’yı Avrupa’ya bağlayan, tarihsel, kültürel ve sosyal yönlerinin yanında ticari hacminin yüksek potansiyel içerdiği İpek Yolu içerisinde yer alan Türki Cumhuriyetler için finansal güç, teknoloji transferi, yönetimde uzmanlaşma ve dış pazar fırsatları yaratması açısından önemlilik arz etmektedir. Böylece ele alınan ülkelerdeki DYY akımlarının arttırılması, büyük ölçüde sermaye açığının ortadan kalmasına, üretimde eski teknoloji yerine yeni teknolojinin kullanılmasına, yeni teknoloji ile birlikte üretimde verimliliğin artmasına ve yeni dış pazarlara açılmasına yönelik potansiyeli yüksek fırsatlar ortaya çıkma ihtimalini arttırıcı bir unsur olarak değerlendirmek mümkündür (Minibaş, 1992:70). Bu doğrultuda Türkiye’de ve Türki Cumhuriyetlerde DYY’ların gelişim seyrini gösteren Tablo-3’ü değerlendirmek gerekmektedir. Tablo-3’e göre, tüm ülkelerdeki GSYİH artışlarına paralel olarak dönem başından 2007 yılına kadar DYY’larda bir artış eğilimi gözlemlenmekle birlikte, 2008 ve 2009 yıllarında ise küresel krizin etkilerini hem GSYİH büyüme hızlarındaki düşüşlerde hem de DYY miktarlarındaki azalmalarda görmek mümkündür. Söz konusu etkiler Kırgızistan, Tacikistan ve hatta Azerbaycan’da 2010 yılına da yansımış ve GSYİH büyüme hızlarındaki kriz sonrası dönemde yaşanan gerileme durdurulamamıştır. Ayrıca, Türkiye ve Kırgızistan’ın da 2012 yılı itibariyle büyük bir düşüş kaydettiği görülmektedir ki; bunun başlıca sebepleri arasında her iki ülkenin yakın sermaye hareketleri içersinde bulundukları Avrupa Birliği’nde patlak veren durgunluk ve borç krizlerinin büyük önemi vardır. 2013 yılı ise tablomuzda yer alan neredeyse tüm ülkeler için ekonomileri açısından bir toparlanma yılı olmuştur.

Ele alınan ülkeler bağlamında bölge itibariyle bir değerlendirme yapmak gerekirse; 2000-2013 yılları arasında DYY toplam miktarları açısından öncü ülkeler; Türkiye ve 1994 yılında başlayan yasal değişikliklerle, özellikle 1994 ve 1997 tarihli yasal değişiklikler ve 2003 yılında gerçekleştirilen “Yatırımlar Hakkındaki Kanun”, DYY’ların girişinin önündeki engelleri büyük ölçüde aşan Kazakistan olarak görülmektedir (Dosmukhamedov, 2002:101-123 ; UNCTAD, 2009c:16). Diğer ülkelerin gerek Türkiye gerekse Kazakistan açısından karşılaştırıldığında, DYY’ların ülke içerisine girişlerinde miktar olarak etkili bir role sahip olduklarını söylememiz mümkün gözükmemektedir. Ancak unutulmaması gereken nokta; Tablo-3 incelendiğinde, İpek Yolu içerisinde yer alan Türkî Cumhuriyetlerin yıllık GSYİH’larındaki yüksek oranlı artışlar dinamik bir ekonomik büyüme potansiyellerine sahip olduklarını göstermiş olmasıdır. Özellikle, petrol ve doğal gaz gibi doğal kaynakların miktarının bol olması, serbest piyasa ekonomisine geçişin hızlanması, bölge içi ve bölgelerarası bağlantıların gelişmesi şeklindeki ilerlemeler, İpek Yolu’nu ve buraya dahil olan ülkeleri ekonomik ve ticari anlamda tercih edilen bölge haline getirebilecektir (UNCTAD, 2009c:9). Dolayısıyla, öncü ülkeler seviyesine erişebilmek ve DYY’ların ülke içerisine daha fazla miktarlarda girişini sağlayabilmek YEC teorisi açısından büyük potansiyellere sahip olduğu düşünülen bölge ülkelerinin fırsatlarının ve zaaflarının değerlendirilmesine dayanmaktadır.    

6. Yeni Ekonomik Coğrafya Perspektifinde Türkiye ve Türki Cumhuriyetlerde DYY’ların Karşılaştırmalı Analizi

YEC’in dinamiklerini oluşturan ve literatür incelemesinde ifade edilen DYY’ların yönünü belirleyen unsurlar kapsamında Türkiye ve Türki Cumhuriyetlerin karşılaştırılması geleceğe dönük ele alınan ülkeler açısından strateji ortaya konması için önemlilik arz eden bir konudur. Bu kapsamda ilk olarak, yoğunluk, mesafe ve ayrışma unsurları açısından karşılaştırmalı analiz ortaya konulacak, mevcut dinamiklere ilave olarak DYY’ları etkileyen vergileme açısından karşılaştırılması yapılacak ve daha sonra Dünya Ekonomik Coğrafyasını şekillendirecek güç olarak Türkiye ve Türkî Cumhuriyetlerin nasıl bir yol belirlemesi gereğine değinilecektir.

6.1. Yoğunluk Unsuruna Göre Karşılaştırmalı Analiz

Kentsel yerleşim yerlerinin temel özelliğini anlatan yoğunluk kavramı içerisinde coğrafi unsur olarak kentleşme  ve yığınlaşma temel bileşenleridir. YEC modellerine göre, yığınlaşmanın önemi, ölçek ekonomilerinin varlığı sonucunda ileri ve geri bağıntılar firmaların belirli bölgede toplanmasına neden olurken, artan kalabalıklaşma firmaların coğrafi olarak yayılmasını sağlayacaktır. Bu iki zıt gücün (merkezcil ve merkezkaç) hangisinin etkin olduğuna bağlı olarak bölgesel üretimin yapılanması şekillenecektir (Filiztekin, 2008:61). Bu kapsamda Türkiye’nin ve Türki Cumhuriyetlerin kentleşme ve yığınlaşma ile ilgili verilerini Tablo-4‘de değerlendirmek mümkündür.

DYY’ların mekansal anlamda yerleşeceği bölgelerin (ya da alanların) seçiminde kentleşme ve yığınlaşma potansiyelleri önemli rol üstlenmektedir. Tablo-4 incelendiğinde, söz konusu unsurlar açısından Türkiye’nin değerlendirmeye alınan ülkeler arasında sıralama yapıldığında, kentleşme açısından 2015 yılına kadar üst sıralarda olacağını ve aynı zamanda kentleşme hızına paralel bir biçimde, 2005 yılı sonu itibariyle 62,5 lik ekonomik faaliyetlerin yığınlaşması oranının da DYY’ları ülke içine çekecek olumlu bir mekansal unsur olduğunu, 2015 yılında % 71,9 seviyelerine gelecek kentleşme oranıyla birlikte hali hazırdaki yığınlaşma oranının da yükseleceği yönünde değerlendirme yapmak mümkündür. Aynı kapsamda, Kazakistan, Türkmenistan, Azerbaycan ve Özbekistan, kentleşme ve yığınlaşma endeksi açısından potansiyeli yüksek ülkeler olduğu görülmektedir. Özellikle Kazakistan 51,3’lük ekonomik faaliyetlerin yığınlaşma rakamı ve kentleşme oranında yükseliş beklentisi (2000 yılında % 56,3 olan oranın 2015 yılında % 60,3’e yükseleceği tahmin edilmektedir), DYY’ların ülke içerisine girmesini sağlayan çekim güçlerinin artış içerisinde olacağının göstergesi biçiminde değerlendirilebilir. Türkmenistan’ın ve Azerbaycan’ın da 2015 yılı itibariyle kentleşme oranlarının yükseleceğine dair beklenti, ülkelerin sahip olduğu mevcut DYY’lar miktarlarını orta vadede artırabilmelerine katkıda bulunacak potansiyeller taşıdığını göstermektedir. DYY’ları çekim güçleri açısından Türkiye, Kazakistan, Türkmenistan ve Azerbaycan kadar etkili olamayacağı görülen bölge ülkelerinden Özbekistan’ın yığılma endeksi payı yaklaşık % 58,8 olmasına karşın, YEC’in dinamiklerinden olan ve aynı zamanda DYY’ların mekansal yer seçiminde etkili olan kentleşme hızı düzeyinin 2015 yılında öncü ülkelere göre daha düşük kalacağı tahmin edilmektedir (yaklaşık olarak % 38 seviyesinde). Benzer bir biçimde, DYY’ların toplam miktarı açısından bölge ülkelerine göre zayıf konumda olan Kırgızistan ve Tacikistan’ın yoğunluk göstergeleri açısından da zayıf oldukları ve potansiyellerinin farkında olmadıklarını gözlemlemek mümkündür. 

6.2. Mesafe Unsuruna Göre Karşılaştırmalı Analiz

DYY’ları etkileyen bir diğer unsur ise, piyasalara giriş ve ulaşım maliyetlerini içeren mesafe(uzaklık) olarak karşımıza çıkmaktadır. Yabancı bir firmanın yer seçerken üzerinde sıklıkla üzerinde durduğu unsurların başında mesafe ile ilgili belirleyiciler gelmektedir. DYY’lar akımının ülke içine yönelmesini mekansal belirleyiciler kolaylaştırabilmektedir. YEC teorisi, ölçeğe göre artan getirinin ve ulaşım maliyetlerinin karşılıklı etkisi altında, firmaların düşük ulaşım maliyetleriyle büyük çaplı piyasa içine girişini kolaylaştıran bir durumda yerleşme eğilimi içinde olduklarını ortaya koymaktadır. Daha fazla altyapı gelişimi, ulaşım ve bilgi toplama maliyetlerini azaltılması yoluyla, DYY’nın yer seçimi üzerinde olumlu bir etkiye sahip olduğu ileri sürülmektedir. Ayrıca, bu tip unsurlar ilgili ülkenin piyasa potansiyelinin, ticari alt yapısının, piyasa büyüme oranının, ölçeğe göre artan getiri düzeylerinin, maliyet kalemlerinin ve piyasa yoğunluğunun da göz ardı edilmemesi gerektiğini göstermektedir.

Mekansal göstergeler açısından tablo incelendiğinde, DYY’ların piyasaya girişlerinde güçlük çekmelerinin önündeki en önemli engelin bağlantı yolları olduğu açıktır. Özellikle bir ülkenin kıyı şeridine sahip olup olmaması ya da dağlık bir coğrafi yapısının olup olması gibi coğrafi nitelikler, o ülkenin hem ticari serbestlik ve uluslararası ticareti kolaylaştırma hem de DYY’ların ülkeye girişi açılarından önemlilik arz etmektedir (Shelton, 2007:2233). Bu doğrultuda bakıldığında, hava ve coğrafi bakımdan diğer ülkelerin kıyı şeridi bulunmamasında dolayı deniz yolu taşımacılığı açısından Türkiye, mekansal göstergeler açısından üstünlüğe sahip bir ülke konumundadır. 2007 yılı itibariyle hava limanı sayısı 89 ve deniz ticaretinde ve taşımacılığında kullanılan liman sayısı ise 8’dir. Bölge kapsamında, en fazla havaalanına sahip ikinci ülke (67 adet) yüz ölçümüyle orantılı olarak Kazakistan’dır. Hava yolu taşımacılığı açısından Türkiye’nin ve Kazakistan’ın ardından sırasıyla, Özbekistan, Azerbaycan, Türkmenistan, Kırgızistan ve Tacikistan gelmektedir. Demiryolu yoğunluğu bakımından en üstün konumdaki ülke Azerbaycan olmaktayken, daha sonra sırasıyla, Türkiye, Özbekistan, Kazakistan, Türkmenistan, Tacikistan ve Kırgızistan yer almaktadır. Seyahat ve mal nakliyesinde kullanılması açısından önemli bir araç olan demir yolu ulaşımının yanında karayolu yoğunluğunun da ülkeler arasında en yüksek düzeyde olan bununla birlikte yüz ölçümü ile doğru orantılı olmayan ülke Azerbaycan olarak görülmektedir. Gerek demiryolu gerekse karayolu taşımacılığı açısından üstünlüğe sahip olan Azerbaycan’ın DYY’ların ülke içerisine girişini özendirici bir potansiyelinin olduğunu söylemek mümkündür. Türkiye’de de demir yolu ulaşımına karayolu gibi tercih edilir bir ulaşım aracı olarak görülmese de geliştirilmesine yönelik olarak 2010 yılına kadar toplamda 5 milyar dolar ve 2023 yılına kadar ise 23,5 milyar dolarlık yatırım yapılması planlanmaktadır (YASED, 2008:12). Dolayısıyla, ulaşım maliyetlerinde bir indirimin yanında seyahat ve mal nakillerinin alternatif yollarının genişlemesine yönelik uygulamalar tüm ülkeler açısından DYY’ları destekleyici katkı sağlayabilecektir. Bu çerçevede, Dünya Ekonomik Forum (WEF)’u tarafından her yıl çıkartılan “Küresel Rekabetçilik Raporu”nda altyapıya yönelik 144 ülkeye ait değerlendirmelerin içerisinde konumuzla ilgili ülkelerin bulunduğu Tablo-5 aşağıdaki biçimde oluşturulmuştur. 

Herhangi bir ülkenin rekabet edebilirliğinin belirleyicileri içerisinde bulunan unsurların başında yoğun ve etkili altyapıya sahip olmak gelmektedir. Altyapının kaliteli ve yoğun bir biçimde olması, ekonomik faaliyetin yer seçiminde nasıl davranacağını belirlemeye yönelik fayda sağlayacaktır. Tablo-6 incelendiğinde, 2014 yılına gelindiğinde, 2013 yılı sonu verileri itibariyle ülkelerin sahip olduğu tüm altyapının kalitesi açısından en gelişmiş altyapı 33. sıradaki Türkiye’ye ait iken en az gelişmiş altyapı ise 107. sıradaki Kırgızistan’da bulunmaktadır. Türkiye’den sonra ise ikinci en iyi ülke 47. sıradaki Azerbaycan olurken Kazakistan üçüncü iyi durumda altyapıya sahip ülke konumundadır. DYY’lar için önem arz eden bir diğer altyapı unsuru da karayolu ulaşımının kalitesi sıralamasıdır. 2013 yılı sonu itibariyle, karayolu mal taşımacılığında en önde gelen 40. sıradaki Türkiye ve ardından 69. sıradaki Azerbaycan’dır. En düşük kalitede karayoluna sahip ülke ise 123. sıradaki Kırgızistan ve 113. sıradaki Kazakistan olarak tespit edilmiştir. İpek Yolu’nda karayolu mal taşımacılığı alternatifinin demiryolu taşımacılığına göre daha az kullanılmasının bazı nedenleri bulunmaktadır. Bu nedenler; merkezi şehirlere, üretim merkezlerine ve önemli pazarlara ulaşımı sağlayan doğrudan yol bağlantılarının çok az olması, bölge ülkeleri arasındaki düzenlemeler, politikaların ve standartların farklılık arz etmesi ve etkin olmayan sınır kontrolleri olarak sıralanmaktadır (UNCTAD, 2013: 25). Demiryolu altyapı kalitesi açısından, 2013 yılı sonu itibariyle Türkiye kötü bir durumda olduğunu gösteren 49. sırada yer almıştır. En yüksek kaliteye sahip ülkeler ise 28. sıradaki Kazakistan ve 37. sıradaki Azerbaycan olmuştur. Hava yolu taşımacılığı açısından 34. sıranın sahibi Türkiye, 2013 yıl sonu rakamları doğrultusunda değerlendirilen ülkeler içerisinde en iyi durumdaki ülke konumundadır. Daha sonra ise 44. sırada Azerbaycan ve 85. sırada Kazakistan bulunmaktadır. Kırgızistan ise 123. sırada yer alarak ülkeler arasında en kötü durumda bulunmaktadır. Üretim sürecinde önemli bir rol üstlenen elektrik arzı kalitesi açısından, en düşük düzeyde olan ülke 2013 yıl sonu ölçümlemelerine göre 122. sıradaki Tacikistan, en yüksek düzeyde olan ülke ise yıllar sonra Türkiye’den liderliği almış ve 70. sıraya yerleşmiş olan Azerbaycan olmuştur. İyi geliştirilmiş altyapının varlığı, bölgeler arası mesafeyi kısaltmasının yanı sıra ülkelerin (ya da bölgelerin) daha düşük maliyetle ulusal ve uluslararası piyasalara erişimini de kolaylaştırıcı roller üstlenecektir. Bu kapsamda, DYY’ların yer seçimine etki eden belirleyiciler içerisinde en önemlilerinden bir tanesinin ilgili ülke ya da bölgenin altyapısının durumu ve kalitesi olduğunun unutulmaması gerektiğidir. Özellikle, Türkiye dışında ele alınan Türkî Cumhuriyet’leri karayla çevrili ülkeler olarak değerlendirilirse, bu tip ülkelerin mevcut altyapılarının yetersiz ve sorunlu olması yüksek ticari maliyetlere ve etkin olmayan bölgeler haline gelmelerine neden olabilir. Bu durum ise bu tip ülkelerin küresel ekonomi içerisine dahil olmalarını engellerken DYY’ların girişini aksatabilecek bir unsur olarak değerlendirilebilir (UNESCAP, 2006:12). Dolayısıyla, 2010-2014 yılları arasındaki dönem genel olarak değerlendirildiğinde, Türki Cumhuriyetlerdeki ülkelerin altyapı kaliteleri açısından kendilerini geliştirme çabaları olduğu gözlense de, Türkiye’nin ortaya koyduğu performansın çok gerisinde kaldıkları açıkça görülmektedir. Bu tespit ise söz konusu ülkelerin DYY’ları kendilerine yönlendirmeleri açısından mekansal bir zaaf içerisinde olduklarını göstermektedir. 

6.3. Ayrışma Unsuruna Göre Karşılaştırmalı Analiz

Küresel düzeyde GSYİH’nın dağılımını belirleyen YEC unsurları arasında dahil olamama şeklinde nitelendirilebilecek ayrışma unsurunun önemi, çalışmanın ilk kısmında belirtilmiştir. Ayrışan ülkelerin (ya da bölgelerin) DYY’ların çekim merkezi olma potansiyelleri çok düşük bir seviyede gerçekleşmesi kaçınılmazdır. Şöyle ki, küreselleşen dünya, her alanda tek başlarına rekabet edebilmenin güçlüğünü hisseden ülkeleri, bölgesel bloklar oluşturarak kendi bölgeleri içinde tek bir Pazar oluşturmaya, ortak siyasi, hukuki ve sosyal sistemler kurmaya yöneltmiştir (Gökbunar, Yanıkkaya & Cura, 2008:4).

Küresel Rekabetçilik Raporu’ndan elde edilen veriler ve Michigan State Üniversitesi tarafından hazırlanan “Globaledge”in  oluşturduğu ve Ekonomist Dergisi tarafından belirlenen yükselen ekonomilerin piyasa potansiyeli ve piyasalarla ilgili belirlenmiş olan unsurlar açısından değerlendirilmesi yapılmaktadır. Bu veriler doğrudan doğruya piyasaların ve ülkelerin bütünleşme derecesini ifade etmektedirler. Geniş piyasalar firmaların ölçek ekonomilerinden yararlanmalarını sağladıklarından dolayı, piyasa büyüklüğünün önemi yadsınamayacak kadar çoktur. Tablo-6 değerlendirildiğinde, DYY’lara yönelik çekim gücü olma potansiyelini arttırıcı bir unsur olan “iç piyasa büyüklüğü” sıralaması açısından 2013 yılı sonu itibariyle Türkiye 144 ülke arasında 11.sırada kendisine yer bulmaktadır. Bölge itibariyle Türkiye’yi takip eden ülke 107. sırada yer alan Kırgızistan’dır. Türkiye ve Kırgızistan’dan sonra Kazakistan 111. sırada yer alarak üçüncü en büyük iç pazara sahip olan ülke konumundadır. Azerbaycan ve Tacikistan sırasıyla 121. ve 122. sıralarda yer alarak iç pazar büyüklüğü anlamında en olumsuz durumdaki ülkeler olarak değerlendirilebilir. Küreselleşme ile birlikte ticaretin büyüme üzerindeki etkisi artış göstermiştir. Dolayısıyla, bir ülkenin ihracatı, DYY’ların ilgili ülkenin iç talebi hakkında bilgi verecek bir gösterge olması açısından önemlidir (WEF, 2013:6). Bu kapsamda ihraç değerlerine göre yapılan sıralamada Türkiye, 39. sırada yer almaktadır. Bölge ülkeleri içerisinde ihracatı en fazla olan Türkiye’den sonra Kazakistan gelmektedir. Türkiye ve Kazakistan’a en yakın ülke ise 73. sırada yer olan Tacikistan olarak görülmektedir. İhracat kapasitesi anlamında ele alınan ülkeler açısından bölgede Türkiye öncü olurlarken, Kazakistan ve özellikle Tacikistan’ın diğer ülkelerle aralarındaki fark ise göz ardı edilemeyecek düzeye ulaşmıştır. Etkin mal piyasalarına sahip olan ülkelerde arz ve talep koşullarına uygun üretim yapma konusunda herhangi bir sorun yaşanmamaktadır. DYY’ların lokasyonunda piyasa rekabetinin sağlıklı olması önemli bir unsurdur. Bu doğrultuda, ne kadar sağlıklı rekabet koşulları varsa o kadar fazla ülkeye DYY girişinin gerçekleşeceğini değerlendirmek mümkündür. Piyasaların etkin çalışıp çalışmadığı ve rekabetçi olup olmadığına yönelik Tablo-6’da son bir gösterge de bulunmaktadır. Bu da, piyasaların tekelci konumunu ölçen piyasa egemenliği endeks sıralamasıdır. 144 ülke içerisinde yapılan “piyasa egemenliği sıralamasında en üste doğru gidildikçe rekabetçi bir piyasa yapısının varlığı söz konusudur. Bu endekse göre, 2013 yıl sonu verileri itibariyle Türkiye 26. sırada yer alırken, petrol ve doğal gaz endüstrileri başta olmak üzere, demir-çelik ve demir içermeyen metaller endüstrisinde ve enerji alanında öncü ülke olması sayesinde pek çok firmanın yaygın olduğu Kazakistan 94. sırada kendisine yer bulmuştur (Kort, 2004:109-110 ; Peck, 2004:183-184). Ekonomik anlamda tam olarak güçlenmesini sağlayamayan ve dolayısıyla tam rekabetçi bir piyasadan bahsedemeyeceğimiz ülke ise 130.sıradaki Azerbaycan olarak tespit edilmiştir.

Piyasalara müdahalelerin söz konusu olup olmadığı yönündeki araştırmalarımıza ilişkin verilerin derlendiği Tablo-7’de Türkiye ve Türki Cumhuriyetlerdeki ayrışmanın değerlendirildiği üç sıralamaya yer verilmiştir: “Ticari engellerin yoğunluğu endeksi sıralaması, DYY’lara yönelik kanunların işe etki endeksi sıralaması ve Yabancı şirketlerin yoğunluğu endeksi sırlaması”. 2013 yılı sonu itibariyle, ticari engellerin yoğunluğu açısından en az engelleme yapan ülke 37. sıradaki Kırgızistan ve en fazla engel çıkaran ülke de 133. sıradaki Tacikistan’dır. Türkiye 2010 sonrası dönemde ticari engellerinden büyük ölçüde arınan ve uzun bir yol kat eden Türki Cumhuriyetler karşısında gerileme kaydetmiştir. Ancak, DYY’ların hükümetlerce teşvik edilip edilmediğini tespit eden DYY’lara Yönelik Kanunların İşe Etkisi Endeksi açısından 2013 yılı itibariyle Türkiye 71. sırada yer alırken Türki Cumhuriyetlerdeki en yakın takipçisi Kazakistan sıralamada kendisine ancak 78. sırada yer bulabilmiştir. Yabancı şirketlerin ülke içerisindeki varlığına ilişkin sıralama yapıldığında, piyasasında en fazla yabancı şirket olan ülke 101.sıradaki Kırgızistan’dır. Türkiye ise 102. sırada yer alarak 2010 yılında tablomuzdaki liderliğini bu konuda kaybetmiştir. Siyasi yönden söz konusu süreçte Ortadoğu’da zor dönemler geçirmesinin büyük rol aldığı bu düşüşte Türkiye, uluslararası şirketlerin yoğunluğunu yitirmesiyle ilk 100’e giremeyenler arasında yer almıştır.  Tacikistan 125. sıradaki yeri ise; mevcut değerler açısından en olumsuz ülke konumunda olduğunun göstergesi olarak değerlendirilebilir. Fakat genel anlamda, 2010-2013 gerçekleşmeleri toplu olarak değerlendirildiğinde, mekansal göstergelerden farklı olarak ve ülkeye gelen DYY’lar miktarına paralel olarak ele alınan ülkeler açısından Türkiye’nin öncü ülke olduğunu ve Kazakistan ile Kırgızistan’ın da Türkiye’yi takip etme yolunda bir performans gerçekleştirmeye çalıştıklarını değerlendirmek yanlış olmayacaktır.

7. Değerlendirme ve Sonuç

Yeni ekonomik coğrafi belirleyicilerinin makro iktisadi politikalara yönelik olarak uygulanma potansiyelinin olmasının yanı sıra, teorik modellerde tam anlamıyla yerini alması zaman alacak gibi gözükmektedir. Ancak yine de yeni ekonomik coğrafya yaklaşımı önceden ihmal edilmiş olan veya yer verilmeyen değişkenlerin artık iktisadi analizlerde modelin içerisine katılabilmesine ve hesaplanabilir coğrafik denge modellerinin geliştirilebilmesine olanak sağlamıştır. Bunların başında da yoğunlaşma, mesafe ve ayrışma değişkenlerine ilişkin kurulan modellemeler gelmektedir.

Çalışmamızda da, gerçekleş-tirdiğimiz literatür araştırmaları doğrultusunda, DYY’ların yönünü belirleyen coğrafi unsurlardan yukarıda bahsi geçen üç değişken ele alınmıştır. Yoğunluk değişkeni, her bir kıta parçasının ekonomik kütlesinin ya da ekonomik faaliyetlerinin coğrafi yönden sıkılığını ortaya koyması amacıyla modele eklenmiştir. Çünkü yoğunluk değişkeni, kentsel yerleşim yerlerinin karakteristiğini ortaya koyan bir değerdir. Eğer, bir ülkede kentleşme hızı artarsa, o ülke daha da zenginleşir ve ekonomik faaliyetleri de genişleyecektir. Ekonomilerdeki bu coğrafik dönüşüm gerek kalkınmanın sağlanmasında, gerekse yoksulluğun önüne geçilmesinde hayati rol oynayacaktır. Dolayısıyla analizimizde coğrafi belirleyicilerden yoğunlaşmanın ekonomideki rolü incelenirken kentleşme ve yığılma göstergelerine yer verilmiştir. Kentleşme göstergeleri olarak çalışmamızda yığınlaşma endeksi ve kent nüfusu değişkenleri analiz edilirken; yığılma göstergelerini temsilen de nüfus yoğunluğu, büyük kentlerdeki nüfus ve en büyük kentin nüfus değerlerine analizde değişken olarak incelenmiştir. Mesafe değişkeni, ekonomik kalkınmaya eşlik eden ve hızlı ekonomik büyüme için önemlilik arz eden mekansal dönüşümlerin açıklanabilmesi amacıyla modele dahil edilmiştir. Çünkü mesafe unsuru, mal, hizmet, emek ve sermayenin yer değiştirmesinin ne denli kolay ya da zor olduğunun analizini ortaya koyarken; mal ve hizmet piyasalarının, işgücü hareketlerinin ve sermaye akımlarının hangi ölçütlerde yer değiştirdiğini de değersel olarak ölçebilmektedir. Analizimizde de mesafe unsuru ölçümlemelerinde gösterge olarak karayolları altyapı kalite indeksi, demiryolları altyapı kalite indeksi, havayolları altyapı kalite indeksi ve elektrik arzı kalite indeksi değişkenleri kullanılmış ve çıkan sonuçlar yorumlanmıştır. Son olarak modelde yer vermiş olduğumuz ayrışma değişkeni de, mal ve hizmet akımlarını engelleyerek ve sermaye ile insanların serbest dolaşımını kısıtlayarak birbirinden ayrışan ülke ekonomilerinin bu durumdan ne şekilde etkileneceklerini ortaya koyması açısından analiz edilmiştir. Çünkü, ülkeleri birbirinden ayıran sınırlar arttıkça ticaretin, seyahat yapma özgürlüğünün ve üretim faktörleri akışkanlığının daralması sonuçları doğacaktır. Bu durum da hem ülkelerin iç ve dış piyasa güçlerini ve hem de uluslararası ticareti olumsuz yönde etkileyecektir. Dolayısıyla analizimizde ilk olarak Türkiye ile Türki Cumhuriyetlerde, bu etkinin sonuçlarının hangi yönde ve ne derece olduğunu ölçmek için söz konusu ülkelerin iç ve dış piyasa büyüklüğü ile piyasa egemenliğine yönelik dünyadaki sıralamalarına ilişkin değişkenlere yer verilmiş; ardından da bu sonuca etki edebileceğine inandığımız ticari engelleme, DYY kanunları ile işleyişe etki etme ve yabancı firma yoğunluğu endekslerinin yer aldığı değişkenler araştırılmış ve elde edilen bulgular değerlendirilmiştir.

Sonuç olarak, yeni ekonomik coğrafya yaklaşımı, ölçeğe göre artan getiri ile maliyetlerin etkileşimi altında, yabancı yatırımcıların büyük çaplı piyasa girişini kolaylaştıran bir coğrafi konumda yerleşme eğilimi içine girdiklerini ortaya koymaktadır. Dolayısıyla ülkelerdeki alt yapı kalitesinin geliştirilmesinin, kentlerdeki merkezcil yönde hareketliliğin sağlanması ve ulaşım maliyetlerinin azaltılmasının yabancı yatırımcıların yer seçiminde olumlu bir etkiye sahip olduğu da kaçınılmaz gerçektir. Birçok çalışma DYY seçiminde söz konusu alt yapı kalitesinin oynadığı rolün önemine vurgu yapmış ve çeşitli değişkenler kullanarak değersel olarak etkinin yönünü ispatlamayı başarmışlardır. Çalışmamızda gerçekleştirdiğimiz karşılaştırmalı analiz çerçevesinde görülmüştür ki; 2000-2013 yılları arasında DYY’ları kendisine çekme konusunda ele alınan ülkeler bağlamında bölge itibariyle bir değerlendirme yaptığımızda, Türkiye ve Kazakistan öncü konumundadır. Ancak yine, öncü ülkelerin seviyesine ulaşabilmek ve DYY’ların ülkelerine daha fazla miktarlarda girişini sağlayabilmek de, YEC teorisi açısından büyük potansiyellere sahip olduğu düşünülen bölge ülkelerinin fırsatları ve zaafları değerlendirebilmeleriyle mümkün olacaktır. Analizimiz genel anlamda ele alındığında, yoğunlaşma açısından öncü ülkeler Türkiye ve Kazakistan olurken; mesafe açısından Türkiye ile Azerbaycan ve ayrışma açısından da Türkiye ile Kazakistan’ın bölgede söz sahibi konumunda olduğu gözlemlenmiştir. Dolayısıyla, DYY değerleri açısından lider ülke konumunda bulunanların, coğrafi belirleyiciler açısından yapılan değerlendirmelerde de aynı sonucu elde etmiş olmaları, DYY üzerinde coğrafik belirleyicilerin etkilerinin ne yönde güçlü olduğunun iktisadi modelleme ile bulgusal olarak da bir kanıtıdır.  

KAYNAKÇA

ANDERSON, James E. ve WINCOOP, Eric van, (2003), “Gravity with Gravitas: A Solution to the Border Puzzle”, The American Economic Review, Vol.93, Iss.1, pp.170-192. BASİLE,R., BENFRATELLO, L. & CASTELLANI,D. (2010), “Location Determinants Of Greenfield Foreign Investments In The Enlarged Europe: Evidence From A Spatial Autoregressive Negative Binomial Additive Model”,  Università Degli Studi Di Torino Working paper No. 10 - March 2010. BRAKMAN, Steven ve GARRETSEN, Harry, (2006), “New Economic Geography: Closing the gap between theory and empirics”, Regional Science and Urban Economics, Vol.36, Iss.5, pp.569-572.

DOSMUKHAMEDOV, E.K., (2002), Foreign Direct Investment in Kazakhstan Politico-Ligal Aspects of Post-Communist Transition, Palgrave Macmillan, New York. 

DPT, (2000), Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Yayın No. Öik:532, Ankara.

DÜNYA BANKASI, (2014), World Bank Data: World Development Indicators & Global Development Finance, < http://databank.worldbank.org/ddp/home.do>, (07.10.2014).  

DÜNYA BANKASI, (2013), World Bank Data: World Development Indicators & Global Development Finance, < http://databank.worldbank.org/ddp/home.do>, (23.05.2013).  

DÜNYA BANKASI, (2012), World Bank Data: World Development Indicators & Global Development Finance, < http://databank.worldbank.org/ddp/home.do>, (20.09.2012).  

DÜNYA BANKASI, (2011), World Bank Data: World Development Indicators & Global Development Finance, < http://databank.worldbank.org/ddp/home.do>, (04.07.2011).  

DÜNYA BANKASI, (2010a), World Development Report 2010: Development and Climate Change, Washington. 

DÜNYA BANKASI, (2010b), Doing Business 2011: Making A Difference For Entrepreneurs, Washington. 

DÜNYA BANKASI, (2009a), World Development Report 2009: Reshaping Economic Geography, Washington. 

DÜNYA BANKASI, (2009b), Doing Business 2010: Reforming Through Difficult Times, Washington. 

DÜNYA BANKASI, (2008), Doing Business 2009,Washington. 

DÜNYA BANKASI, (2007), Doing Business 2008,Washington.

EPIFANI, Paolo, (2005), “Heckscher-Ohlin and Agglomeration”, Regional Science and Urban Economics, Vol.35, Iss.6, pp.645-657.

EPIFANI, Paolo, (2005), “Heckscher-Ohlin and Agglomeration”, Regional Science and Urban Economics, Vol.35, Iss.6, pp.645-657.

FİLİZTEKİN, Alpay, (2008), Türkiye’de Bölgesel Farklar ve Politikalar, TÜSİAD Yayınları, Yayın No. TÜSİAD-T/2008-09/471, İstanbul.

FUJITA, Masahisa ve THISSE, Jacques-François, (2009), “New Economic Geography: An Appraisal on the occasion of Paul Krugman’s 2008 Nobel Prize in Economic Sciences”, Regional Science and Urban Economics, Vol.39, Iss.2, pp.109-119.

FUJİTA, Masahisa ve KRUGMAN, Paul, (2004), “The new economic geography: Past, present and the future”, Papers in Regional Science, Vol.83, Iss.1, pp.139-164. 

GÖKBUNAR, Ramazan & YANIKKAYA Halit & CURA Serkan, (2008), “Avrupa Birliği’nin Türkiye’li Geleceği”, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara.

GÖRGÜN, Tuğrul, (2004),  Doğrudan Yabancı Yatırımların Tarihsel Gelişimi Çerçevesinde Yatırımların Geliştirilmesinin Etkin Kurumsal Yapılanmaları, Uzmanlık Tezi, T.C. Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı İhracatı Geliştirme Etüd Merkezi, Ankara. 

GUIMARAES, Paulo. FIGUEIREDO, Octavio & WOODWARD, Doughlas, (2000), “Agglomeration and the Location of FDI in Portugal”, Journal of Urban Economics, Vol.47, Iss.1, pp.115-135.

IMF, (1993),  Balance of Payments Manual, <http://www.imf.org/external/np/sta/bop/BOPman.pdf>, (22/03/2011).

JENKINS, R., (1987), Transnational Corparation and Unevan Development: Internationalization of Capital The Third World, Mehteuen, New York.

JINDRA, Björn, (2006), “The Theoretical Framework FDI and Technology Transfer”, Technology Transfer Via Foreign Direct Investment in Central and Eastern Europe Theory, Method of Research and Empirical Evidence (Edt. Johannes Stephan), Palgrave Macmillion, New York, pp.06-29.

KORT, Michael, (2004), Nations in Transition Central Asian Republics, Facts On File, New York.  

KÖSE, M.A., PRASAD, E., ROGOFF, K. ve WEI, S.J., (2006), “Financial Globalization: A Reappraisal”, IMF, Working Papers, No. WP/06/189, Washington.

KRUGMAN, Paul, (1991), “Increasing Returns and Economic Geography”, Journal of Political Economy, Vol.99, Iss.3, pp.483-499.

OLDS, Kris ve YEUNG, Henry, (2004), “ Pathway to global city formation: a view from developmental city-state of Singapore”, Review of International Political Economy, Vol.11, Iss.3, pp.489-521.

OECD, (1999), Benchmark Definition of Foreign Direct Investment, 3rd Edition, USA.

REDDING, Stephen ve VENABLES, Anthony J., (2004), “Economic geography and international inequality”, Journal of International Economics, Vol.62, Iss.1, pp.53-82.

SHELTON, Cameron S., (2007), “The Size and Composition of Goverment Expenditure”, Journal of Public Economics¸ Vol.91, Iss.11-12, pp.2230-2260.

SRIDHAR, Kala Seetharam ve WAN, Guanghua, (2010), “Firm location choice in cities: Evidence from China, India and Brazil”, China Economic Review, Vol.21, Iss.1, pp.113-122. 

TAKAAKI, Takahashi, (2006), “Economic geography and endogenous determination of transport techonology”, Journal of Urban Economics, Vol.60, Iss.3, pp.498-518.

ULAŞ, Dilber, (2008), “AB’ye Yönelen Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları ve Çok Uluslu İşletmelerin Üretim Yeri Seçim Kararları”, Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi, C.8, S.2, ss.77-95. 

UNCTAD, (2014), World Investment Report 2010: Non-Equity Modes of International Production and Development, United Nations, New York.

UNCTAD, (2013), World Investment Report 2010: Non-Equity Modes of International Production and Development, United Nations, New York.

UNCTAD, (2012), World Investment Report 2010: Non-Equity Modes of International Production and Development, United Nations, New York.

UNCTAD, (2011), World Investment Report 2010: Non-Equity Modes of International Production and Development, United Nations, New York.

UNCTAD, (2010), World Investment Report 2010: Investing In A Low-Carbon Economy, United Nations, New York.

UNCTAD, (2009a), World Investment Report 2009: Transnational Corporations, Agricultural Production and Development, United Nations, New York.

UNCTAD, (2009b), Assessing The İmpact of  The Current Financial and Economic Crisis On Global FDI Flows, UNCTAD Publications, <http://www.unctad.org/en/docs/diaeia20093_en.pdf>, (02.05.2011).  

UNCTAD, (2009c), Investment Guide To The Silk Road, United Nations, New York. 

UNCTAD, (2008), World Investment Report 2008: Transnational Corporations and the Infrastructure Challenge, United Nations, New York.

UNCTAD, (2007), World Investment Report 2007: Transnational Corporations, Extractive Industries and Development, United Nations, New York.

UNCTAD, (2006), World Investment Report 2006: FDI from Developing and Transition Economies: Implications for Development, United Nations, New York.

UNCTAD, (2005), World Investment Report 2005: Transnational Corporations and the Internationalization of R & D, United Nations, New York.

UNCTAD, (2004), World Investment Report 2004: The Shift Towards Services, United Nations, New York.

UNCTAD, (2003), Investment Report 2003: FDI Policies for Development: National and International Perspectives, United Nations, New York.

UNCTAD, (2002), World Investment Report 2002: Transnational Corporations and Export Competitiveness, United Nations, New York.

UNCTAD, (1998), World Investment Report 1998: Trends and Determinants, United Nations, New York.

UNESCAP, (2006), Trade Facilitation In Selected Landlocked Countries In Asia, UNESCAP Trade and Investment Division, Bangkok. 

XU, Kangning, LIU, Xu & QUI, Bin, (2009), “Spatial Determinants of Inward FDI in China: Evidence from Provinces”, European Trade Study Group Working Papers, <http://www.etsg.org/ETSG2009/papers/xu.pdfx>, (10.05.2011).  

WORLD ECONOMIC FORUM, (2013), The Global Competitiveness Report 2013-2014, Geneva, Switzerland. 

WORLD ECONOMIC FORUM, (2012), The Global Competitiveness Report 2012-2013, Geneva, Switzerland. 

WORLD ECONOMIC FORUM, (2011), The Global Competitiveness Report 2011-2012, Geneva, Switzerland. 

WORLD ECONOMIC FORUM, (2010), The Global Competitiveness Report 2010-2011, Geneva, Switzerland. 

YASED, (2008), Uluslararası Doğrudan Yatırımlar Değerlendirme Raporu, YASED Yayınları, İstanbul.

YILMAZ, K., (2007), Türkiye İçin Doğrudan Yabancı Yatırım Stratejisi’ne Doğru, YASED Yayınları, İstanbul.

Yrd. Doç. Dr. Deniz ZÜNGÜN
Celal Bayar Üniversitesi, Ahmetli M.Y.O., İnsan Kaynakları Yönetimi Bölümü, 
Makalenin dijital halini 205.Sayı dan inceleyebilirsiniz. http://www.plastik-ambalaj.com/_dijitaldergi/sayi205/ 

Kaynak tüketimi açısından buhar üretim yöntemlerinin karşılaştırılması ve güneş enerjisi kullanım olanaklarının araştırılması

1. Giriş

Pastörizasyon ve sterilizasyonun temel gereksinimleri olan sıcak su ve buhar çeşitli yöntemlerle hazırlanmakta ve proseste kullanılmaktadır. Günümüz piyasasında yaygın olarak katı yakıt ve doğal gazlı sistemler kullanılmaktadır. Tesislerin işleme kabiliyetlerine göre, küçük işletmelerde elektrikli buhar jeneratörleri yeterli olmaktadır.

De Bonis ve Ruocco (2010), sıvı gıdalar ve gıda endüstrisinde güvenliğin ve kalite özelliklerinin sağlanabilmesi için ısıl uygulamaların önemi üzerine bir çalışma yapmıştır. Bu uygulamalar, ileri işlemeyi engelleyecek ve tüketici güvenliği ile ürün kabul edilebilirliğini koruyacak şekilde doğru olarak seçilmesi ve takip edilmesi vurgulanmıştır. 

2. Buhar ve sıcak su üretim yöntemleri

Nijmeha ve ark. (1998), gıda atıklarının hayvan yemi olarak değerlendirilmesi maksadıyla, yerel malzemeler kullanılarak üretilen iki tip güneş enerjili kurutucunun Ürdün’ün iklim koşulları altında kullanım potansiyeli üzerinde çalışmıştır. İlki, ışınım - taşınım tipi bir güneş enerjili kurutucu olup, ikincisi güneş enerjili bir kurutucu kazandır. Kullanılan yöntemlerle üretilen kurutulmuş ürünlerin besleyici değerleri de araştırılmış ve hem nicelik (Şekil 1), hem nitelik (Tablo 1) bakımından güneş enerjili kazanın bu tip bir üretimde daha verimli olduğu tespit edilmiştir.

Işınım – taşınım tipi güneş enerjili kurutucu, bir hava ısıtıcı ve kurutma bölmesinden oluşmaktadır. Hava ısıtıcı, 2 m uzunluk, 1 m genişlik ve 20 mm hava kanalı derinliğine sahip bir güneş kollektörüdür. 0,7 mm kalınlığında galvanizli çelik plakadan üretilmiştir. Kurutucunun dibi 10 mm polistiren tabaka ile izole edilmiştir. Kurutma bölmesi, ürünlerin yerleştirildiği ve kurutucu havanın giriş ve çıkışına olanak sağlayacak şekilde tasarlanmıştır.

Güneş enerjili kurutucu kazanda ise sıvı atık kaynatılarak su içeriği düşürülmektedir. Bu kaynatmada, güneş enerjisi kullanılmaktadır. Kullanılan sistem evlerde su ısıtma amaçlı kullanılan güneş kollektörleri ile benzerdir. Kollektöre net bağlanmıştır ve kurutulacak ürün, bu net üzerine yerleştirilmektedir.

Gıda atıklarının kullanımı için güneş enerjili kurutucular Ürdün’de revaçtadır ve küçük ve orta büyüklükteki tavuk işletmelerinde uygulamaları yapılabilir. Her iki kurutucu da yerel piyasada bulunabilecek malzemeler ile küçük atölyelerde imal edilebilir. Güneş enerjili kurutucu kazan, yüksek sıcaklıklara çıkma eğiliminden dolayı daha güvenli bir ürün üretmektedir. 

Munoz ve ark. (2009) yaptıkları çalışmada, güneş enerjili bir boylerin kavramsal tasarımını önermiştir. Bu görüşte, ısıyı, yakıt alevi ve sıcak gazlar yerine, güneş radyasyonunu düzlem dizilimindeki güneş kollektörlerinde yoğunlaştıran aynalar ile sağlayan geleneksel termal güç tesislerinin boylerlerinden yola çıkılmıştır (Şekil 2). Elektrik üretimi için adapte edilen bu yenilikçi güneş enerjili boylerde sistem verimi, doğrudan güneş ışınımı enerjisinin elektriğe çevriminde %20’nin üzerinde olup, parabolik çukur ve merkezi kule teknolojileri ile rekabetçi bir seviyededir. Ayrıca, bu görüş çok kuvvetlidir ve basınç düşüşleri, kontrol karmaşası ve malzemenin termomekanik gerilimi gibi sakıncaların da üstesinden gelebilecektir.

Şekil 3’te güneş enerjili boylerin ısı alıcısının kesiti görülebilir. Şekil 4’te ise Rankin döngüsüne bağlanmış güneş enerjili boylerden elektrik üretimi şematize edilmiştir. Şemadaki ana basamaklar şöyledir:

 Bir ilk ısıtma modülünde (Ön ısıtıma ve boyler) 1. noktadan soğuk su boylere girer ve 2. noktada belli bir buhar payı oluşturuna kadar kaynar. 

 Bir faz ayırıcıda doygun su, 4-b noktasında karıştırıcıya ve doygun su-buhar 4-c noktasında ikinci ısıtma evresine gönderilmek üzere ayrılır.

 5. noktada, ikinci ısıtma evresinde (süper ısıtma) süper ısıtılmış buhar oluşturulur.

 Buhar kullanımı evresinde klasik buhar türbini ve yoğunlaştırıcının bulunduğu bir su – buhar Rankine döngüsü uygulanır.

Şekil 5’te güç açısında elektrik üretim kapasitesi göz önüne alınarak heliostat* sahasında doğrudan ışınıma bağlı %20 toplam tesis verimine ulaşıldığı rapor edilmiştir.

Çalışmanın yapıldığı dönemde gerçekleştirilen analiz, örnek alınan radyasyon sahasında bu kavramda, toplam verimin, diğer güneş enerjili güç tesislerinden yüksek olduğunu göstermektedir.

Omara ve ark. (2013), tuzlu suyun tuzdan arındırılması amacıyla melez bir güneş enerjisi çanak yoğunlaştırıcısı, basit bir güneş kolektörü (SDC) ve değiştirilmiş bir boyler tasarımını ve kurulumunu yapmışlardır. Programlanabilir mantıksal kontrol (PLC) programı ile çalışan, açık döngülü kontrol kullanan, iki eksenli bir takip sisteminin tasarımı gerçekleştirilmiştir. Çanak yoğunlaştırıcı yüzeyi olarak cam aynalar kullanılmıştır. Tuzlu suyun, boylere girmeden önce, lastik siyah hortum kangalı içerisinde ilk ısıtılma işlemi yapılmıştır. Boyler olarak kullanılan küçük bir tek açılı hava geçirmez güneş enerjisi toplayıcısı, çanak yoğunlaştırıcısının odağında tasarlanmış ve kurulmuştur. Otomatik takip sistemi, yeni boylerin tasarımı tuzlu su ısıtmalı ve ısıtmasız olarak araştırılmıştır. Geliştirilen tuzdan arındırma sistemi değerlendirilmiş ve geleneksel güneş enerjili toplayıcı (CSS) ile karşılaştırılmıştır. Sonuçlar, ön ısıtmalı SDC için ortalama günlük arıtılmış suyun 6,7 lt/m2/gün iken, CSS için bu miktarın 1,5 lt/m2/gün olduğunu göstermiştir. Yapılan çalışmada, SDC ve CSS verimleri sırasıyla %68 ve %34’tür. SDC’nin artılmış su üretimindeki artış, CSS’ye göre, ısıtmasız ve ısıtmalı şekilde sırasıyla, yaklaşık %244 ve %347’dir.

Şekil 6’da Omara ve ark. (2013) tarafından gerçekleştirilen çalışmaya ait deney düzeneği şematik olarak gösterilmiştir.

Al-Salaymeh ve ark. (2006), Ürdün’de entegre boyler – güneş enerjisi depolama sistemi üzerine ekonomik bir inceleme yapmışlardır. Ürdün, bilinen enerji kaynakları yönünden oldukça yetersizdir ve petrol üretmeyen bir ülkedir. Enerji kaynaklarının büyük çoğunluğu ithalata dayanmaktadır. Bu yüzden, Ürdün için, güneş enerjisi gibi yenilenebilir enerji kaynaklarını içermeyen bir enerji senaryosu olası değildir. Yapılan çalışmanın ana motivasyon unsuru, sıcak su şebekelerinde ve ısıtma sistemlerinde güneş enerjisinin kullanımı da içeren bir entegre enerji tasarruf sisteminin eksikliğidir. Ürdün’de, elektrikle yakıt yanmasında, güneş enerjisi entegrasyon mekanizmalarını var olan hiçbir sistem sağlayamamaktadır. Ayrıca, yeni ve uygun ürünler, boyler ürünlerinin satışında rekabetçi fiyatları da beraberinde getirebilir. Yapılan çalışmalar esnasında, petrol fiyatlarının değişkenliğinin de etkisiyle, sistem kabul edilebilirliği, sistem geri dönüşü ve sistem değeri açısından boyler- güneş enerjisi entegrasyonu talebinin yükseldiği ortaya çıkarılmıştır. Piyasa eğilimi göstermiştir ki, salt güneş kolektörünün sıcak su üretimi için çekici bir kaynak olmamasına rağmen, kombi sistemler tam kabul edilebilirdir. Acak, konu üzerinde bu tip bir sistemin piyasası da henüz oluşmamıştır ve bu fikrin tartışılması, iyi bir potansiyel olduğunu göstermiştir. Yapılan ekonomik çalışma, güneş enerjisi ile suyun ısıtıldığı entegre boyler sistemlerinin masraf azaltıcı olduğunu göstermiştir. Geri dönüş süresi 3 yıla kadar inmektedir ve temel gider faturaları da, bilinen sistemlerin kullanımına nazaran çok daha düşüktür. Çalışmada, boyler – güneş enerjisi – elektrik entegrasyon sistem prototipinin tasarımı ve ilk taslağı gerçekleştirilmiştir. 

Boyler, elektrikli ısıtıcı, güneş kolektörü ve depolama tankını içeren ve sıcak su üretimi için önerilen sistem, şematik olarak Şekil 7’ de gösterilmiştir. Yine boyler, elektrikli ısıtıcı, güneş kolektörü ve depolama tankını içeren entegre enerji tasarruf sistemi Şekil 8’de, şematize edilmiştir. Şekil 9’da sadece boyler yerine kombine edilmiş entegre boyler – güneş enerjisi sisteminin kullanılması durumunda yıl içindeki zamanın fonksiyonu olarak enerji tasarrufunun oranları belirtilmiştir.

Yassı plakalı bir güneş kollektörü kullanılarak su ve ortam ısıtmalarının yapılması ile enerji tüketiminde toplam %39’luk bir düşüş sağlanabilir. Güneş enerjisinin kullanımı, fosil yakıt tüketimini düşürmek için çekici bir yöntemdir. Yerden ısıtma sistemleri, yüksek bir verime sahiptir ve yeni yatırımlarda kullanımı enerji maliyetlerini düşürecektir. Var olan yapılarda ise, fan ünitelerinin konması uygun bir çözüm olacaktır. Vakumlu tüpler, bu yapılarda güneş kollektörlerine göre daha ekonomik bir çözüm olacaktır.

Rabaçal ve ark. (2012), çam odunu, endüstriyel ormancılık atıkları ve şeftali çekirdeklerini kulanan boylerlerin yanma ve salınım özelliklerini değerlendiren bir çalışma yapmışlardır. Öncelikle, ısıl girdi olarak çam odununun tutuşmasını, boyler performansının bir fonksiyonu olarak değerlendirmişlerdir. Ardından, bu yakıtın tiplerinin boyler performansı üzerindeki etkileri de ayrıca incelenmiştir. Sonuçlar, boyler emisyon özelliklerinin yakıt tipine bağımlı olduğunu göstermiştir. Orman endüstrisi atıkları ve şeftali çekirdeklerini kullanan boylerlerin daha yüksek bir performansa ulaştığı gözlenmiştir.

Saidur ve ark. (2011), biyokütle ile çalışan boylerler üzerine bir araştırma yapmıştır. Günümüzde petrol, kömür ve doğal gaz dünyada kullanılan ana enerji kaynaklarıdır. Ancak bu kaynakların yaklaşık 50 yıllık bir süreç içerisinde tükenmesi beklenmektedir. Bu yakıtların tüketiminden kaynaklanan emisyonlardan karbon emisyonunu %80 oranında azaltılmaya çalışılmaktadır ve güneş, rüzgar, biyokütle enerjisi gibi çevreye daha az zarar veren, sürdürülebilir yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımına dönülmesini gerektirmektedir. Biyokütle, oldukça özgün özelliklere sahip en eski kaynaklardan biridir. Yapılan araştırmada, biyokütlenin kompozisyonu, biyokütleden daha yüksek ısıl değerler elde edilmesi, biyokütle ve diğer yakıtlar arasındaki farklar, biyokütlenin ekonomik analizi, biyokütle ve kömürün beraber yakılması, biyokütlenin ekonomik analizi, taşınması, sorunları ve geleceği gibi, biyokütlelerin boylerlerde kullanımı üzerine çeşitli yönler incelenmiştir. Biyokütlelerin boylerlerde kullanımının, finansal tasarruf, fosil yakıtlarının muhafaza edilmesi, yeni iş potansiyelleri oluşturması, CO2 ve NOx emisyonlarını azaltması gibi çeşitli ekonomik, sosyal ve çevresel faydalarının olduğu ortaya çıkarılmıştır. Ancak, biyokütle kullanımında, toprak ve su kaynakları, erozyon, biyoçeşitlilik ve ormanların azalması gibi konular üzerinde azami dikkat gösterilmelidir. Kızışma, düşük ısıl değeri, depolaması ve taşınması, biyokütlenin yakılması konusundaki çeşitli problemlerdir. Biyokütlenin kullanımı, fosil yakıtları piyasasının zaman içindeki değişimine ve kullanım konusundaki politikaların oluşturulmasına bağımlıdır.

Şekil 10’da çeşitli biyokütle örnekleri verilmiştir. Şekil 11’de dünya enerji tüketim piyasası ve tüketilen enerjinin tipleri grafik halinde sunulmuştur. Şekil 12’de ise örnek bir endüstriyel faaliyette hangi birimin ne kadar enerji tükettiği görülebilmektedir.

Boait ve ark. (2012), Birleşik Krallık’ ta hijyenik kullanım amaçlı 5 farklı su ısıtma sisteminin, enerji kullanımı ve karbon emisyonlarını değerlendirerek, verimleri üzerine bir çalışma yapmışlardır. 

Çalışmada, durum analizlerinin sonuçları ile karşılaştırılacak değişik sistemler ve kullanım seviyeleri için bir normalleştirme yöntemi uygulanmıştır. Sıcak suyun ani ısıtma ile elde edilmesinin, gaz - sıvı yakıt sistemlerindeki gibi tankta biriktirilmesinden daha verimli olduğu hesaplanmıştır. Elektrikli sistemler için, uzun vadeli, düşük karbon emisyonlu sıcak su hazırlığı olarak, daldırmalı ısıtıcının, belli açılardan ısı pompalarına göre daha iyi görev yaptığı ve ayrıca güneş enerjili ısıl sistemlerle kombine edildiğinde avantajlarının olduğu ve bu kombinasyonun da, en kullanışlı yöntem olduğu önerisine ulaşılmıştır. Daha iyi ısıl girdi kontrolleri doğrultusunda, tüm sistemlerin performanslarını iyileştirecek durumlar da göz önüne çıkarılmıştır. Sıcak su sistemlerindeki Legionella aktivitesi de ayrıca takip edilmiştir.

Ani su ısıtma sistemlerine sahip yeni gazlı boyler kurulumlarının, depo ısıtmalı yöntemlere göre verim karbon emisyonu açılarından daha avantajlı olacaktır ve masrafları daha düşüktür. Bu tip sistemlerin kullanılması, yer kazanma açısından da olumludur. Güneş enerjili sistemlerde bir stok tankının varlığı elzem olduğundan, güneş enerjili sistemler için bu durum bir hassas nokta olarak tanımlanmaktadır. Ayrıca, elektrikle ısıtma yapılan bir ortamda iyi izole edilmiş bir sıcak su tankının varlığı avantajlıdır, çünkü karbon emisyonlarının ve enerji fiyatının düşük olduğu zamanlarda bu ısıtma yapılabilmekte ve su, sıcak olarak saklanabilmektedir. Elektrik, dekarbonize olduğunda, ısı pompaları ile akuple edilmiş bir akıllı güneş enerjisi sisteminin uzun vadede en iyi çözüm olabileceği görülmüştür. 

Sıcak su sistemlerinin kararlı bir sıcaklığa sahip olması, Legionella riskini de beraberinde getirmektedir. Bu nedenle, bu riski ortadan kaldırabilmek için çok ciddi kontrol parametrelerinin uygulanması şarttır.

3. Sonuçlar

Literatür üzerinde yapılan incelemeler sonucunda, çeşitli kaynaklardan elde edilen bilgiler ışığında, sıcak su ve buhar üretim yöntemi olarak, bilinen yakıtlardan daha fazla avantajlara sahip olan güneş enerjisi uygulamalarının yakın bir gelecekte piyasa eğilimi olarak karşımıza çıkabileceği görülmektedir. İncelenen kaynaklarda, geleneksel yöntemler ile modern yöntemler karşılaştırılmış ve yenilenebilir enerji türlerinden güneş enerjisinin en verimli sonuçları vereceği anlaşılmıştır. Özellikle yeni yatırımlarda mutlaka güneş enerjisi ile ilgili önerilerin de tavsiye edilmesi ile projenin genel giderler unsurlarının başında gelen enerji maliyetinin, özellikle ısıl işlem uygulamaları kaçınılmaz olan gıda sektöründe, bilinen enerji kullanımına göre yatırımcı lehine olacağı göz önünde bulundurulmalıdır.

Referanslar

1.De Bonis, M. V., Ruocco,  G., Heat and mass transfer modeling during continuous flow processing of fluid food by direct steam injection, International Communications in Heat and Mass Transfer, 37 (2010); 239–244, Potenza, Italy.

2.Nijmeha, M. N., Ragaba, A. S., Emeisha, M. S., Jubran, B.A., Design and testing of solar dryers for processing food wastes, Applied Thermal Engineering, 18 (1998); 1337–1346, Kuala Lumpur Malaysia.

3.Munoz, J., Abnades, A., Martinez-Val, J. M., A conceptual design of solar boiler, Solar Energy, 83 (2009); 1713–1722, Madrid, Spain.

4.Omara, Z. M., Eltawil, M. A., Hybrid of solar dish concentrator, new boiler and simple solar collector for brackish water desalination, Desalination, 326 (2013); 62–68, Kafrelsheikh, Egypt.

5.Al-Salaymeh, A., Al-Rawabdeh, I., Emran, S., Economical investigation of an integrated boiler–solar energy saving system in Jordan, Energy Conversion and Management, 51 (2010); 1621–1628, Amman, Jordan.

6.Rabaçal, M., Fernandes, U., Costa, M., Combustion and emission characteristics of a domestic boiler fired with pellets, Renewable Energy, 51 (2013) 220–226, Lisboa, Portugal.

7.Saidur, R., Abdelaziz, E. A., Demirbas, A., Hossain, M.S., Mekhilef, S., A review on biomass as a fuel for boilers, Renewable and Sustainable Energy Reviews, 15 (2011); 2262–2289, Kuala Lumpur, Malaysia.

8.Boaita, P. J., Dixon, D., Fan, D., Stafford, A., Production efficiency of hot water for domestic use, Energy and Buildings, 54 (2012);160–168, Leicester, United Kingdom.

Cam ile hayat.. CBM ile başlar..

İnsanoğlunun keşfettiği ve ürettiği en eski suni maddelerden biri olan cam’ın MÖ. 5500 yıllarında imal edildiği Mısır’daki arkeolojik kazılarla tespit edilmiştir. Yani “Tarihçilerin her zaman söylediği –yalan- cam içinde geçerlidir”. 

Arkeolojik kazılarda; Babil Krallığında kil tabletler üzerine yazılı cam reçetelerinin varlığı tespit edilmiştir. O günkü üretim bugünkünden daha farklı bir reçete ile yapılmıyordu.. Bugün ihtiyacın amansızlaşması sonucu reçeteler hayata geçecek hız ve maliyetle makinelerin içinde üretilir olmuştur.

Ambalajın perakende ortamındaki önemi

Etrafımızdaki dünya son hızla değişirken ürün pazarlaması da perakende teknikleri ve teknolojik devrimlerden ister istemez etkilenecek ve markaların değerlerini kurmak ve korumak ihtiyacı pazarlama camiasının stratejik becerilerine ve hayal gücüne meydan okuyacaktır.

Bunun farkında olarak perakendeciler yeni teknolojilere sahip çıkarak bu elektronik kıyıma karşı yeni kavramlarla karşı koymaları ve tüketicileri televizyon ve bilgisayarlarının başından mağazalara geri getirmeleri gerektiğini anlamışlardır. 1990’larda bu mega-perakendeciler tarafından başarılmıştır. En büyük olmak bir avantaja dönüştürülüp en iyi olmak anlamına gelmiştir.

Aseptik ambalajlamada kullanılan ambalaj malzemeleri

Karton bazlı hazır kutular

Bu tür kutular, gövdelerinin yan taraflarının boyuna dikişi (ısı dikişi) yapılmış, alt ve üstleri ise kaynağa hazırlanmış ve gerekli form verilmiş olarak fabrikaya sağlanırlar. Dolum tesisinde önce kutunun tabanı kaynaklanır. Sonra, steril soğuk hava ile içerisinde pozitif basınç oluşturulan sterilizasyon hücrelerine iletilir. Burada kutulatın tüm yüzeylerine bir sis halinde %30-35’lik H2O2 çözeltisi püskürtülür. Uygulanan H2O2 sisi, yüzeye 3 saniye kadar etki yaptıktan sonra 180-200°C’deki sıcak hava 8-10 saniye süreyle üflenir. Böylece hem H2O2’nin etkinliği arttırılır ve hem de yüzey kurutulur. Belirtilen üfleme süresi sonunda ambalaj yüzeyinin ancak 85°C’ye ulaştığı belirlenmiştir. Diğer bir seçenek olarak, kutunun içine %1-2’lik H2O2 püskürtülür ve sonra yaklaşık 10 saniye süreyle çok yoğun UV radyasyonu uygulanır. Daha sonra peroksit sıcak hava verilerek giderilir. Ardından kutular doluma verilir. Eğer aseptik dolum yapılmayacaksa H2O2 banyosu ve steril odaya gerek yoktur. Dolumu tamamlanan kutuların üst tarafı ultrasonik enerji ile kaynak yapılarak kapatılır.

Ürün Yaşam Döngüsü Yönetimi (PLM)

1. GİRİŞ

Günümüz işletmeleri devamlı inovasyonlar, global işbirlikleri ve karmaşık risk yönetimlerinden doğan çeşitli zorluklarla yüzleşmektedir. Değer zincirinde ürün ve süreç verileri formunda olan düşünsel kazançlar herkes tarafından erişilebilir olmak zorundadır. Bu sorunların üzerine gidilirse, PLM (Ürün Yaşam Döngüsü Yönetimi) son yıllarda insanları, süreçleri, iş sistemlerini ve ürünün tüm yaşam döngüsünü birleştiren bir iş anlayışı olarak önerilmektedir. 

Başarılı olma.. Monolog farklılık..

Mümkün olan değil mükemmel projelerden ve mükemmel geleceklerden bahsedeceksin.. Mahiyetindekilere; bu projelerin nasıl yapılması gerektiğini değil. Bu projeyi yapın ve hayata geçirin diyeceksin.. Eğer topluma proje hakkında bilgi veriyorsan ya da projeden bahsediyorsan. Sadece projenin getirilerinden bahsedeceksin. 

Kendi hareketlerinin, tavırlarının ve elde ettiğin sonuçların sorumluluğunu üstlenmeyi bilirsen başarılı olur, ulaşılmaz olursun.. Olayların gerçekleşmesini ve olaylara yön vermeyi sağlamalısın.. 

Başlamak için en uygun zamanı beklersen hiç başlamayabilirsin. Başka insanlara sırtını dayama, kaderci olma, olumsuzluklar için şansını ya da başkalarını suçlama.  Şans bukalemun gibidir. Biraz zaman tanı, mutlaka değişecektir. 

Birey ve şirket hedeflerini belirlerken

Kurumlar; örgütsel amaçların gerçekleştirilmesi konusunda bilinçli, istekli insanların bir araya geldiği etki gücü yüksek organizasyonlardır. Varlık nedenleri doğrultusunda akıllı çabalar göstererek gelişmelerini sürdürürler. Çalışanlar işlerinden tatmin oldukları ve hedefleri anlamlı buldukları  oranda ortak amaca hizmet ederler. Yaşam amacımıza uygun iş yerlerinde çalışmak bizi  verimli kılar. Aksi takdirde narsis yaralanmalar vb. nedenlerle  çatışma yaşar, ruhsal rahatsızlıklarla yüz yüze geliriz. Üst yönetimin en önemli işlerinden biri: doğru iş görenlerin doğru işte çalışmasını sağlamak,  maaşlarını veriyorum demeden  fiziksel ve ruhsal sağlıklarını koruyacakları  ortamı hazırlamaktır. Şirketler yaşam döngülerinde olgunlaştıkça kilit kadroları da  kendilerini daha fazla sorgular ve günlük metafizik gıdalarını kazanmak isterler.  Organizasyonları  oluşturan insanların farklı güzellikleri vardır. Herkesin kendine özgü yeteneği ve gücü farklıdır. Bir organizasyon da kişisel ve örgütsel amaçlarımız örtüşüyorsa tatmin  oluruz. Aksi takdirde başkalarına özenmek, benzemeye çalışarak, yüzergezer davranır, kendimize yabancılaşırız. Kısacası mutlu olamadığımız yerde kendimizi zamanla tüketiriz. Nerden gelip nereye gidiyoruz türündeki kozmik sorularla arayışlarımıza devam eder, siyaha düşeriz.  

Amortisman uygulamalarının TMS-16 ve VUK açısından karşılaştırmalı olarak değerlendirilmesi: Bir uygulama

Giriş

Küreselleşme sürecinde ticari ve ekonomik faaliyetlerin artması ve çeşitlenmesi, uluslararası ticaretin yoğunlaşması finansal tabloların önemini artırmaktadır. Öte yandan, ülkelerarası ticari ilişkiler, şirket birleşmeleri, yabancı yatırımcılar tüm dünyada finansal işlemlerin anlaşılır ve standart hale getirilmesini gerektirmektedir. Uluslararası Muhasebe Standartları da bu gereksinimler doğrultusunda ortaya çıkmış, her ülkede mevcut mali sisteme ilişkin mevzuata uyumlu hale getirilecek şekilde düzenlemeler dinamik bir süreç içinde devam etmektedir.

Türkiye Muhasebe Standardı-16, ülkemizde Uluslararası Muhasebe Standardı-16’nın Türkiye koşullarına uyarlanmış halidir. Bu standart, maddi duran varlıklara ilişkin muhasebe kayıtları, amortisman ve yeniden değerleme gibi işlemlerin nasıl yapılması gerektiğine ilişkin düzenlemeler getirmektedir.

Et ve et mamullerinin modifiye atmosferde ambalajlanmaları

Et ve et mamullerinin korunmasında modifiye atmosferde ambalajlama uygulamalarıyla çok olumlu sonuçlar alınmıştır. Nitekim yapılan bir çalışmada aerobik ambalajlarda 0ºC’ de 2 hafta dayandırılan domuz etinin modifiye atmosferde ambalajlanmasıyla yine 0ºC de 3 ay süreyle özelliklerini koruduğu belirlenmiştir. Bir başka araştırmada tavuk karkasları % 10 CO2 içeren ortamda ambalajlanıp 3ºC’de depolandıklarında 6 haftaya kadar herhangi bir bozulma belirtisi gözlenmemiştir. %80-10 CO2’li ortamda 10ºC’nin altında muhafaza edilen tavuk etinde salmonella’nın gelişmediği saptanmıştır. Yine % 6 CO2 içeren ortamda 10ºC’ de 10 gün süre ile muhafaza edilen kıymada ki Enterecocsus sayısı atmosferik gazla ambalajlanarak korunan kıymadakine kıyasla 3 logaritmik ünite daha düşük olmuştur. Hijyenik koşullarda üretilmiş sığır etinin gaz içermeyen ambalajda CO2’li ortamda -1.5ºC de 6 ay süre ile muhafaza edilebileceği bildirilmiştir. Modifiye atmosferde ambalajlanan et mamullerinde mikroorganizmaların inhibisyonu için atmosferde en az %20 oranında CO2 bulunması gerekir. 

Başarılı ambalaj alanında yaşanmış şirket öyküleri

Marka kimliği ve ambalaj tasarımının en belirgin özelliklerinden biri her projenin yeni bir arayış ve her arayışın da yeni ve özgün çözümler geliştirmesidir. Daha önce marka kimliği yaratmış ve ambalaj tasarımları geçekleştirmiş kişilerin kuyu gibi derinleşmiş deneylere dalarak hangi yaklaşımların başarı, hangi yaklaşımların hüsran getirdiğini anlamak akıllıca olmaz mı? 

Aşağıda yaşanmış şirket öyküleri size böyle fikirler verecektir. Her biri gerçek bir vakayı anlatmaktadır. Sadece şirketlerin isimleri, markaların kimliği ve bazı durumlarda ürün kategorisi değiştirilerek gizlilik kuralı korunmaya çalışılmıştır. Bu hikayeler arasında gezinmek sizin ihtiyaçlarınıza uygun fikirler yaratabilir. 

İradenin iflası

Türk devletinin bugünkü çöküşü karşısında bir Türk’ün neler hissettiğini anlamak önemli değil çünkü “o” figürün içerisinde. Ancak; Arap, Avrupalı, Amerikalı, hele Türk’ü kurtuluş-kurtarıcı bilen diğer Türk Devletleri için çok zor.

Unlu mamullerinde MAP uygulamaları

Ekmeklerde MAP uygulamaları

Çeşitli ekmeklerde ve kek, pasta, kremalı ve meyveli hamur işleri gibi birçok fırın ürünlerin de bozulmaya neden olan en önemli mikroorganizma grubu küflerdir. Bilindiği gibi küfler, ozmofilik mayalar dışında, düşük su aktivitelerine en dayanıklı mikroorganizmalardır. Bazı küfler, ozmofolik mayalar dışında, düşük su aktivitelerine en dayanıklı mikroorganizmalardır. Bazı küfler 0.65 su aktivitesine kadar gelişebilmektedirler. Bu nedenle küfler unlu mamuller de mikrobiyolojik açıdan raf ömrünü belirleyici en önemli etkenlerden biridir. 

Katı hal polikondensasyonuyla şişeden şişeye PET geri dönüşümü

Özet 

Mekanik geri dönüşüm süreçleri ekonomik olarak uygulanabilmekle birlikte, şişeden şişeye geri dönüşüm için geri kazanılmış PET’in molekül ağırlığı düşük kalmaktadır. Katı hal polikondensasyonu (SSP) PET’in şişeden şişeye geri dönüşümüne olanak sağlar. Sürekli SSP kararlı ve verimli bir süreç olup, görece düşük işletme maliyeti ve bir alt üretim süreci ile bütünlük üstünlüğü sağlamaktadır. Kesikli SSP süreci ise hammaddedeki ve son ürün özelliklerindeki çeşitliliğin söz konusu olduğu küçük ölçekli işlemler için büyük bir esneklik sunmaktadır. Bu çalışmada geri kazanılmış, tüketici sonrası PET yongaların geri dönüşüme uygunluğundan SSP sürecini etkileyen parametrelere ve molekül ağırlığını artırma yöntemlerine uzanan bir derleme sunulmuştur.

Başarılı olunma yöntemleri

İşin adı ne olursa olsun, (siyaset, iş yönetimi, işadamlığı, etkin idarecilik gibi) yeniden planlanan sistem üzerinde önce canlılığını kaybetmiş ve ileri derecede kontamine olmuş konular kişinin gündeminde uzaklaştırılmalıdır. 

Yeterli olağan gayreti göstermeden başlanılan gün ve işten sorun çıkması kaçınılmazdır.

Canlılığını kaybetmiş gün ve iş, yanlışlar yarına taşıyacağı için toparlama olasılığı, şimdilik sadece bildiğimiz konuları ayırt etmek deneyimli idarecileri için bile oldukça güçtür

Zamanlama

İlk iş; yanlışlar yarına taşımınmış olayı en kısa sürede kapatmaktır. Bunun için geleneksel yaklaşım (yalan söylemek, kabahati başkasının üzerine atmak ve yarın çözerim gibi olayı yarına bırakmak şeklinde) günümüzde caridir. Oysa hatanın en kısa süre içinde kapatılması gerekir. Aksi halde konunun kendi haline düzelme-iyileşmeye bırakılması bu süre alır, belki de başka sıkıntıları beraberinde getirir. 

Plastiklerde dolgu maddeleri

Dolgu maddeleri plastiklerde katı olarak sisteme ilave edilen ve matrix reçineyle bağdaşmayan organik veya inorganik menşeli malzemelerdir. Bu maddeler alışılmışın dışında sadece ucuzlatmak için değil inaktif veya aktif olmalarına göre ilave edildikleri sisteme pek çok özellik verebilirler. Eğe bilinçli kullanılırsa dolgulu sistemler ucuzluğun yanında çok önemli üstünlükler de kazanmış olurlar.

Dolgu maddeleri karışımda özgül ağırlık, E-modülü, baskıya dayanıklılık, eğme direnci, sertlik, ısı dayanıklılığı gibi değerleri artırırlar. Özel bazı katkılar sisteme antistatik ve yanmazlık gibi özelliklerin yanında işlemede kolaylık sağlayan yumuşaklık ve kayganlık gibi artılar da verirler. Dolgu maddelerinin plastiklerde en takdir gören katkısı ise malzemenin küçülmesini yani çekmesini önlemesidir. Dolguların plastik karışımlara olumsuz etkileri yok değildir. En önemli konu çekme dayanımı ve darbe direncinin dolguyla kötüleşmesidir. Bunları düzeltmek için mutlaka özel katkılar gereklidir.

Kompound üretiminde kullanılan katkılar

Polimerler, fiziksel ve kimyasal özellik açısından proses koşullarına, iklim şartlarına, fiziksel ve kimyasal etkilere karşı dayanıklılığı zayıf olan malzemelerdir.  Polimer üretiminde katkı kullanımı ile polimerlerin fiziksel ve kimyasal özelliklerinin geliştirilmesinde, iyileştirilmesinde ve yeni özellikler kazandırılması sağlanmaktadır. Katkıların en çok kullanıldığı alan ise PVC üretimidir. PVC katkıları başlı başına başka bir konu olduğundan burada sadece compound üretiminde kullanılan katkılardan bahsedilecektir.

Kompound üretiminde kullanılan katkılar çok değişiklik gösterirler ve farklı gruplar altında değerlendirilebilir. Ancak bunları belli gruplar atlında toplayarak tanımlamaya çalışmak çok daha uygun olacaktır.

Ağzına kadar (lebaleb) ekonomi

Sermaye birikim süreci olan paranın yapısal değişimi; orta vadede kriz diye tanımlanacak boyuta sirkü etti. Günümüzde uygulanan istikrarsız, her dönemin farklı sermaye birikim karakteristiğini; “basit olduğu için” okumaya değer bulmuyorum.  Eğer yaşanılan para hareketini ekonominin bir versiyonu olarak tanımlamaya kalkarsak; sonuç üretmeyen yanlışı tekrarlamış oluruz. Bunu bir ekonomik olgu diye tanımlamaya kalkarsak, ülkemizdeki şartları oluşturan değişkenlik sakatlığına bizde inanmaya başlarız. 

Ülkemizde; bugün yaşanan dünden farklı sermaye birikim süreci kendi kurallarını icra etmektedir. Kendi niteliğini kabul ettirmiş olan bu sürecin, kendi içinde tıkanmaların ve tıpanın açılmasının da kurallarını oluşturma karakteri vardır.  Bu tıkanma koşullarının olgunlaşmasıyla ortaya çıkması muhtemel kriz; kendi dönemi içinde eski sermaye birikim sürecindeki sistemi aksatan unsurlarını ortadan kaldırılmasıyla tasfiye edilir.  Bu durum yeni bir sermaye birikim sürecine başlangıç yapmaya vesile olur.  Eski sermaye birikim sürecinin tasfiyesinin devam ettiğini varsayarsak, tasfiye tamamlandıktan sonra yeni dönem başlar.

Polimerik diş restorasyon kompoundlarının ışınlama ile kürlenmesi

Özet 

Bu çalışmada, polimerik diş restorasyon kompoundlarına 10, 20 ve 40 saniye olmak üzere farklı sürelerde LED (Laser Emitting Diode) ve QTH (Quartz Tungsten Halogen) olarak iki farklı ışın kaynağı ile uygulanan kürleme işleminin uygunluğu incelenmiştir. Oluşan kompozitlerin yapısındaki dönüşümler Kızıl ötesi Fourier Transform (FTIR) analizi ile incelenirken, olası renk değişimlerini incelemek amacıyla sarılık değeri ölçümleri yapılmıştır. Diş kompozitlerinin FTIR spektrumu analizinde dönüşüm değerlerinin kompound türüne, ışın kaynağına ve ışınla kürlenme sürelerine bağlı olarak % 52-99   aralığında değiştiği saptanmıştır. Sarılık indisi incelemesinde kürlenmemiş kompozit için sarılık indisi değeri 18,6 iken, kürlenmiş kompozitlerde kompound türüne ve kürlenme zamanına bağlı olarak 42-46 aralığında olduğu görülmüştür.

Anahtar Sözcükler: Polimerik diş dolgu kompoundları, ışın-polimerleşme, monomerlerin dönüşüm derecesi, ışınla kürleme

Unutturulan Avrupa Birliği (AB)

 

Avrupa; müreffeh ülkelerin kıta’sıdır. Avrupa’nın içinde ve karşısında; görünmeyen ve görünen iki önemli güç var. Bu güçler Avrupa için hep karşı güçtür. Avrupa’nın içinde görünmeyen güç; ikinci dünya savaşının” ağır faturasını ödemiş, bunun bedelini er veya geç tahsil etmek için her fırsatı bir sanat hassasiyeti ile değerlendiren Almanya’dır. Karşısında ki güç ise zamanla yarışan çağın ihtiyacını temin eden tüm teknolojik üstünlüklerinin sahibi, güç odağı, insanları çalışkan ve becerikli, orta ve uzun vadeli tatbik kabiliyetli strateji ve projeleri olan ABD var.  

Gıda üreticileri ‘Thermoform’a yöneliyor

 

Markete giren bir müşterinin, raflardan birinden alıp tükettiği ambalajların içinde inanılmaz bir uğraş, teknoloji, sabır, yatırım, deneyim var. Müşterinin elindeki o paketi doğru biçimde üretene kadar yüzlerci bobin film, günler, haftalarca denemeler, çöpe atılan ürünler, milyonlar var.      

Reklam Alanı

Reklam Alanı

Reklam Alanı