Yenilikler fikirle ortaya çıkar…
- JACOM_CONTENT_CREATED_DATE_ON
- JACOM_CONTENT_WRITTEN_BY
Yenilikler, gelişme sürecinde bulunan bir toplum için en büyük değerlerdir.
Maddi servetler, bilimsel buluşlar, teknolojik yenilikler ve benzerlerinin yeri, fikirlerle oluşan yeniliklerden aşağı seviyededir.
Yenilikleri ortaya çıkaran “fikri değerleri” koruyabilen işadamı, işyerleri ve her tür yönetimin maddi servetleri tahrip edilse dahi, fikri değerler yeniden üretebilir.
Lakin fikri değerlerin ortaya çıkardığı yenilikler alışkanlık haline getirilmemiş ise; maddi servet mevcut olsa dahi bu rezervlerin azalması ile fakirleşme çok çabuk olur. Bir toplum, bir işveren; düşünce metodunu kaybetmeden, elde ettiği bilimsel gerçekleri kaybetse bile onları yenileme metodu ile tekrar elde eder. Hâlbuki kendine ait verimli düşünme metodunu kaybederse anında gerilmeye ve elindeki teknolojik gücü kaybetmeye başlar. Bundan dolayı öncelikle fikri değerlere sahip çıkmak gerekir. Bu değerler üzerinde verimli düşünme metoduna bağlı olarak maddi servet tekrar kazanıldığı gibi yeni bilimsel buluşlara ve teknolojik gelişmeler elde edilir.
Yenilikleri oluşturan fikirlerden maksat; işverenin toplumda hayatın gerçekleri ile karşılaştığı zaman kullanabilecekleri pratik fikirlerdir. Böyle bir durumda yetişmiş insan gücü, ellerindeki bilgilerle karşılaştıkları olaylar ve hayatın gerçekleri üzerinde bir hükme varmak için kullanma imkânına sahip olur.
Başarılı kullanılan fikirler, sürekliliği ile verimli bir düşünme metodu ortaya çıkarır.
Maalesef bugün İslam coğrafyasında, İslâm ümmeti bugün, yukarıdaki anlamda fikirlerden yoksundur. Dolayısıyla onun verimli düşünme metodunu da kaybetmesi doğaldır. Fakat yeni nesil kendisinden önceki nesilden herhangi bir İslâmî fikir almadığı gibi İslâm dışı fikirleri de almadı, Doğal olarak verimli bir düşünme metodunu da almamıştır. Kendisi de verimli dünüme metodu ve fikirler elde edememiştir. İslam Toplumunun, bulundukları topraklarda maddi servet bulunmasına karşın yoksulluk halinde olmaları, bilimsel buluşların ve teknolojik gelişmelerin teorik olarak kendisine okutulmasına rağmen bunlara somut olarak sahip olmamalarını normaldir.
Çünkü verimli bir düşünme metoduna sahip olmadan bilimsel ve teknolojik birikime ulaşabilmesi mümkün değildir. Yani yaşamında güzel bir şekilde kullanabileceği fikirlere sahip olmadıkça İslam toplumu bunu yapmaz. Onun için İslam toplumu kendilerine verimli bir düşünme metodu ve fikirler meydana getirmeleri artık bir zorunluluk olmuştur. Sonrasında bu esaslar üzerinde maddi servetlerin kazanılması, bilimsel buluşların ve teknolojik gelişmelerin sağlanması mümkün olur. Bunu yapmadıkları takdirde ileriye bir adım atmadıkları gibi kısır bir döngü içerisinde dolaşmaya devam edilip düşünsel ve bedensel birikimlerini boşa harcarlar, başladıkları yere de geri dönerler. İşadamları, İşverenler sizde bu toplum içindesiniz.
İslâm toplumunun bugünkü bireyleri, kendine kazandırılmak istenilen karşı fikirlere de bağlanmamıştır. Dolayısıyla verilecek olan bu fikri de kavramamıştır. Bu toplum herhangi bir fikir ve düşünme metodundan yoksundur. Bununla birlikte bu toplum İslâmî fikirleri, Yunanlıların Aristo ve Eflatun felsefelerini ütopik, kurgusal bir düşünce olarak miras aldıkları tarzda almışlardır. Bugünkü İslâm toplumu İslâmiyeti bir takım merasim ve törenler olarak, Hıristiyanların miras alınışına benzer bir şekilde almıştır. Aynı zamanda İslam toplumu pratikte gözle görülen başarılar elde etmesinden ve mevcut ekovizyonun kendisi üzerinde yapılan zoraki uygulamalarına boyun eğmesinden dolayı kapitalizme aşık olmuştur. Yoksa bu aşk kapitalist fikirleri gerçekliğini anlayıp kabul etmelerinden kaynaklanmamaktadır. Bu nedenle bu toplum yaşam mücadelesinde kapitalist fikirlerin belirlediği programlar üzerinde gitmesine rağmen düşünsel temelleri itibari ile kapitalizme tümden gebe kalmamıştır. İslâm Toplumu, İslam dinini kabul etmesine ve fikirlerini okumasına rağmen, ameli olarak da İslâmî değerlerden uzaktır.
İslam toplumunun; fikirlere olan yaklaşım biçimine baktığımızda; Kapitalist değer ve çözümleri İslâm la uzlaştırma girişimlerini aşmış, İslâm’ın yenilenen hayat problemlerine çözümler üretmeyeceği kanısına kapılıp kapitalizmin tümden kabulüne yönelik bir hisse kapılmıştır. Hayat mücadelesinde ilerleyerek uygar dünya ile hem yarışmak hem de kendi gözünde ilerlemiş kapitalist milletlerle ya da Sosyalizmi taklit edip komünizme giden halklarla birlikte olabilmek için İslâm’ın hükümlerini terk edip diğer hükümleri almada bir sakınca görmemişlerdir. İslâmiyete sarılmış gibi görünen kesimlerde de kapitalizme aynı eğilim vardır. Ancak bunlar kapitalizm ile İslamiyetin hala uzlaştırılabileceğine inanmaktadırlar. Fakat İslâmiyeti başka fikirlerle ve sistemlerle uzlaştırmaya çalışanların pratikte ve toplumda etkileri olmamıştır. Yani insanlar arasında fiilen var olan ilişkilerde bir varlık alanı bulamamışlardır.
Bundan dolayı hayatın sorunlarına çözüm olarak İslami fikirlerin ve Şer’i hükümlerin verilmesi zorunluluğu, fikirden ve düşünme metodundan yoksun akıllara çatıştığı gibi Sosyalizme ve Kapitalizme olan eğilim ve bunların pratik hayattaki uygulamaları ile de çatışır.
Fikir, akıllarda şok etkisi yaratacak kadar kuvvetli olmazsa, insanları etkilemez. Hatta dikkatlerini bile çekmez, Çünkü fikir; sathî ve basit akılları derin düşünceye sevk etmesi gerektiği gibi, sapık eğilimleri ve bozuk zevkleri de sarsmalı ki fikirlere yönelim oluşsun.
İnsanımızın en fazla hakkında tezata düştükleri ve hayatın içindeki olaylardan en şiddetli sıkıntıları çektikleri alan, yönetimle ve ekonomiyle ilgili olanlardır. Çünkü bunlar insanımızın en fazla yıpratılıp farklılaştırılmış alanı fikri alanlardır. Bu alanlar ayni zamanda “gücü ele geçirmişlerin” kendi düşüncesinin daha fazla yerleşmesi için çaba harcadığı ve pratiğe geçirmek için zorunlu olarak tahrif etmeye çalıştığı fikri alanlardır. Günümüzde insanımız; sömürgeci sistemini sömürgesini himaye edebilmek için; kasten, şekilsel ve biçimsel olarak yönetilmektedir. Bundan dolayı ekonomi hakkındaki ortaya atılan umut ve korku fikirleri, toplumumuzda ekonomik hayatın gerçeklerine, olgularına çok büyük etkide bulunmuştur. Aslında bu fikirler, onu alt üst edeceği ve köklü bir değişikliğe uğratacağı gibi sömürgeci yöneticileri, onun ajanlarını ve karanlık güçleri de sarsacaktır.
“Gelişmişlerin” güçsüzlüğünü ve İslâm’a ve ahlaka zıt yapılarını, göstermek için bunların dünya görüşlerinin doğru ile gözler önüne sermemiz gerekir.
Bugün için ihtiyacı doyuma ulaştırması bakımından başka hiçbir konuyu dikkate almaksızın insan ihtiyaçlarının doyuma ulaştırılmasını sağlayan sözler fikir değildir. Onların gözünde var olan mal ve hizmetler sınırlı olduğu için sınırsız insan ihtiyaçlarını karşılamaya yetmez. Ancak insanın insan olması nedeni ile mutlaka doyurulması gereken ihtiyaçları vardır. Ama bunlar çoğalma eğilimindedir dolayısıyla insan bunlara toptan ihtiyaç duyar. Bu ise mal ve hizmetler ne kadar çoğalırsa çoğalsın karşılanmaz. Bundan ise, iktisat teorisinde “ihtiyaçların çokluğu kaynakların azlığı” problemi doğar. Yani insanın bütün ihtiyaçlarını toptan karşılaması karşısında mal ve hizmetler yetersiz kalır. Böylece toplum “mal ve hizmetlerin göreli azlığı” problemiyle karşı karşıya gelir. Bu az bulunurluğun zorunlu bir sonucu olarak bazı ihtiyaçların ya çok küçük bir kısmı ya da tamamı hiç doyurulmamış olarak kalır. Durum böyle olunca toplumdaki bireylerin hangi ihtiyacının doyuma ulaştırılacağı kimlerin taleplerinin yasaklanacağını belirlenmesi için bir takım temel kurallar konulması kaçınılmaz olur. Başka bir deyişle sınırsız ihtiyaçların tatmini için sınırlı kaynakların dağıtım biçimini belirleyecek bir takım temel kuralların konması gerekir.
Görüldüğü gibi toplum günümüzde, insan değil ihtiyaç ve kaynaklardır. Yani, bireylerin her birinin ihtiyaçlarını karşılamak değil ihtiyaçları tatmin edecek kaynakları çoğaltmaktır. Yapılmak istenen durum böyle olunca konulan kuralların üretimi mümkün olan en yüksek seviyeye eriştirmeye yarayan çalışmalar olması gerekir ki üretim çoğalsın. Yani tek tek bireyler için değil de insan kitlelerinin tümü için mal ve hizmetler artsın. Bundan dolayı mal ve hizmetlerin dağıtımı problemi onları sıkı bir şekilde üretim problemine eğilmeye yöneltmiştir. İktisadi analizlerin uzak hedefi, insanların tümünün mal ve hizmet tüketimlerinin miktarını arttırmaya çalışmaktır. Bunun için Milli Üretim Kapasitesine etki eden faktörleri incelemek, bütün iktisadi konuların başında gelmektedir. Çünkü Milli Üretimin arttırılması hakkındaki araştırmalar “sınırsız ihtiyaçların sınırlı mal ve hizmet kaynakları ile karşılanması sorununun” çözümü için yapılanların en önemlisidir. Zira onlar yoksulluğun çözümünün ancak üretimi çoğaltmakla aşılabileceğine inanmaktadırlar. Dolayısıyla onlar için toplumun karşılaştığı ekonomik sorun üretimin arttırılması yoluyla çözülebilir.
Üretilen şeyin değerine gelince; bu belirli bir birey için önem derecesini veya bir şeyin başka bir şeye oranla önem derecesini tanımlar. İlk durumda ona “kullanım değeri” ikinci durumdakine de “değişim değeri” adı verilir. Bir şeyin kullanım değeri şöyle özetlenebilir: Bir şeyin herhangi bir biriminin faydası onun en biriminin faydası -marjinal fayda- ile belirlenir. Yani ihtiyaçların karşılanmasındaki faydası en az miktarda olan birim tarafından belirlenir. Kapitalistler bunu “nihai veya marjinal fayda” diye isimlendirmektedirler. Yani fayda üretim maliyetine göre belirlenir. Üreticinin bakış açısına göre belirlenmez. Çünkü onda talep olmaksızın sadece arz dikkate alınmıştır. Tüketicinin bakış açısına göre de belirlenmez. Çünkü o zaman, değer o şeyde var olan faydanın miktarını ve az bulunurluk faktörünü gözeterek bu faydaya duyulan ihtiyaca göre belirlenmiş olur. Bu durumda zaten o değerin arzı olmaksızın talep önceliği gözetilmiştir. O halde değerin belirlenmesinde arz ve talep durumları beraber ele alınmalıdır. Böylece bir değerin faydası, bir ihtiyacı doyuma ulaştırdığı en son birimde ortaya çıkar. Örneğin ekmeğin değeri acıkmanın başında değil sonunda belirlenir. Pazarda ekmeğin az bulunduğu zamanda değil normal durumunda iken belirlenir.
Şahin DUMAN / İşl.Yük.Müh.