Thursday, Mar 28th

Last updateThu, 28 Mar 2024 9am

Buradasınız: Home Kariyer Makale Yeşil ve Dijital Dönüşüm

Yeşil ve Dijital Dönüşüm

Özet

Dijital dönüşüm, yapay zekâ, büyük veri analitiği, bulut bilişim ve Nesnelerin İnterneti (IoT) gibi dijital teknolojilerdeki ilerlemelerin teşvik ettiği toplum, endüstri ve kuruluşlardaki benzeri görülmemiş aksaklıkları ifade eder. Halen, çevresel sürdürülebilirlik alanında dijital dönüşümü haritalayacak çalışmalar bulunmamaktadır.

Bu makalede, yeni teknolojilerin, her şeyin dijitalleşmesinin ve yeşil ekonomik yaklaşımının dünyayı ve iş ortamını nasıl etkilediğinden bahsedilecek ve son on yılda çokça duyduğumuz yeşil ekonomi, dijitalleşme konuları ele alınmıştır.

Anahtar Kelimeler: Yeşil ekonomi, dijital dönüşüm, PLM

1.Yeşil Ekonomi Kavramı

Yeşil Ekonomi kavramı refah algısı, para ve maddi zenginliğe verilen değere yönelik radikal bir eleştiri olarak 1960’lı yıllardan sonra ortaya çıkan yeşil düşünce akımın iktisadi temellere oturmuş şekli olarak ifade edilebilecek olan yeşil ekonomi anlayışı, 20-22 Haziran 2012 tarihleri arasında Rio-Brezilya’da gerçekleştirilen ve Rio+20 adıyla da anılan Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı ile üzerinde daha fazla konuşulan konulardan biri haline gelmiştir. 1992 yılında da Rio’da düzenlenen ve “sürdürülebilir kalkınma” anlayışının damgasını vurduğu Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı’ndan 20 yıl sonra düzenlenen konferansa “yeşil ekonomi” kavramı damgasını vurmuştur. Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) yeşil ekonomiyi, bir taraftan çevresel riskleri ve ekolojik problemleri ortadan kaldırırken, diğer taraftan da insan refahında artış sağlayan ve sosyal eşitliği sağlamaya çalışan bir büyüme stratejisi olarak tanımlamaktadır. Daha açık bir ifadeyle yeşil ekonomi, sera gazı emisyonlarının azaltılmasını, kaynak verimliliğinin arttırılmasını ve sosyal gelişmeyi de içeren bir yaklaşım olarak düşünülebilir (UNEP, 2010b). Yeşil olarak adlandırılabilecek bir ekonomide, gelir ve istihdam artışlarının sağlanabilmesi, çevre kirliliği ve karbon emisyonlarının azaltılabilmesi, enerji ve kaynak verimliliğinin geliştirilmesi, biyolojik çeşitliliğin korunması ve zenginleştirilmesi kamu ve özel sektörün birlikte gerçekleştireceği yatırımlar sayesinde sağlanabilecektir. Nitekim, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın 2012 yılı Ekim ayında Cenevre’de düzenlemiş olduğu “Technical Workshop on Fiscal Policies Towards an Inclusive Green Economy” isimli çalıştayda, yeşil bir ekonomiye geçişte çevresel vergiler, enerji sektöründe uygulanan sübvansiyonların reformize edilmesi ve mali reformlar konuları gibi üç unsur anahtar kavramlar olarak belirlenmiştir. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı, yeşil ekonomi alanında gerçekleştirilecek yatırımların; kamu harcamaları, politika reformları ve regülasyon değişiklikleri ile de desteklenmesi gerektiğini ileri sürmektedir. Ayrıca, toplumsal faydanın asıl kaynağı olan ve kritik değere sahip önemli bir varlık konumundaki doğal sermayenin korunması ve geliştirilmesi, geçimini doğal kaynaklardan sağlayan insanlar için de son derece önemlidir (UNEP, 2011).

Yeşil politikanın temelleri arasında yer alan yeşil ekonomi kavramı, insanoğlunun doğa üzerindeki yıkıcı etkilerini en aza indirmeyi ve bu sayede dünya üzerindeki canlı yaşamın ve uygarlıkların kalıcı olmasını sağlamayı amaçlayan, mevcut ekonomik büyüme ve kalkınma dogmalarını reddeden ve doğayla uyumlu, insani ölçekte üretim-tüketim ilişkilerini temel alan bir ekonomik anlayış olarak da ifade edilmektedir (Şahin, 2012:24). Bu kavram, dünyanın doğal sermayesini zenginleştirici ya da ekolojik kıtlıklar ve çevresel riskleri azaltıcı sektörlerdeki yatırımlarla karakterize edilmektedir. Söz konusu sektörler arasında, yenilenebilir enerji, düşük karbon emisyonlu ulaşım, enerji verimliliğine sahip binalar, temiz teknolojiler, gelişmiş atık yönetimi ve temiz içme suyu sağlanması, sürdürülebilir tarım, sürdürülebilir orman ve sürdürülebilir balıkçılık sayılabilir. Bu sektörlerde yapılacak yatırımların ulusal politika reformları ya da uluslararası politika ve piyasa altyapılarının gelişmesi yoluyla gerçekleştirilmesi ya da desteklenmesi gerekmektedir (UNEP, 2010a). Ekonomik büyüme ile çevresel sürdürülebilirlik arasında çok önemli bir bağ kuran yeşil ekonomiye geçişin en önemli amacı; yatırım artışları ve ekonomik büyüme süreci ile birlikte çevre kalitesi ve sosyal kapsayıcılık konusunda da artışların sağlanabilmesidir. Günümüze kadar ekonomik büyüme ile negatif dışsallıklar olarak ortaya çıkan çevresel sorunlar arasındaki ilişkilerin düzeltilmesi hatta ortadan kaldırılması hedeflenmektedir. Buna ek olarak, ekonomik büyümenin temel göstergelerinde, örneğin gayri safi yurtiçi hasıla değerlerinin hesaplanmasında bazı düzenlemelere gidilmesi gerektiği de ifade edilmektedir. Doğal kaynakların tükenmeye başlaması, ekosistemde ortaya çıkan bozulmalar gibi negatif etkilerin diğer bir ifadeyle yıpranmaların büyüme hesaplamalarına dahil edilmesi gerekmektedir. Yeşil ekonomi paradigması, sürdürülebilir kalkınma anlayışının yerini alabilecek bir uygulama olarak düşünülmemelidir. Böyle bir paradigmanın altında yatan temel düşünce, sürdürülebilir bir kalkınma hedefine ulaşabilmektir. Bu bağlamda, sürdürülebilir ekonomik zenginliği oluşturmak için kolaylık sağlayacak her türlü düzenlemeyi yapmak ve bu süreçte doğal kaynakları optimal düzeyde kullanmak büyük önem taşımaktadır (Kuşat, 2013:4904). Bu açıdan yeşil ekonomi, sürdürülebilir kalkınma kavramını benzer tabanda daha somut söylemlerle uygulamaya kavuşturmayı amaçlayan, doğal kaynak kapasitelerinin korunması ve arttırılması boyutunda daha spesifik hedefler ve uygulamalar getiren bir anlayış olarak karşımıza çıkmaktadır. Sürdürülebilirlik kavramı yeşil ekonomi için de son derece önemlidir, ama asıl konu ekonomilerin daha yeşil boyutlara kavuşturulması çabalarıdır. Diğer taraftan, yeşil ekonomi anlayışı sadece doğaya uyumlu ve sürdürülebilir üretim-tüketim sistemleri kurmak ve doğal kaynaklara, üretim biçimlerine öncelik vermek anlamına gelmemektedir. Sosyal politikalar da yeşil ekonominin ayrılmaz bir parçasıdır. Yeşil politikaların temel ilkeleri arasında yer alan sosyal ve kültürel adalet bakış açısı, kamu hizmet sektörünün de yeşil ekonomi anlayışıyla yeniden yapılandırılmasını gerekli kılacaktır (Şahin, 2012:28). Tüm bu söylenenler çerçevesinde yeşil ekonomi, ekolojik, toplumsal ve ekonomik açıdan sürdürülebilirlik bir yaşamı mümkün kılacak dönüşümlere ışık tutan bir yaklaşım olarak değerlendirilebilir (Aşıcı, 2012:55).

1.1.Yeşil Ekonomi Stratejisi

Yeşil ekonomi stratejisi, gelir ve istihdam artışlarının sağlanabilmesi için, karbon emisyonlarını ve çevre kirliliğini azaltan, enerji ve kaynak verimliliğini arttıran ve bu süreçle birlikte biyolojik çeşitlilik ve ekosistemdeki kayıpları önleyen kamu sektörü ve özel sektör yatırımlarının birlikte gerçekleştirilmesini öngören bir stratejidir (UNEP, 2011). Yeşil ekonomiye geçişin etkin bir şekilde gerçekleştirilebilmesi için kamu yatırımlarının öncü rolü oldukça önemlidir. Bu yatırımların, hedeflerine uygun kamu harcamaları, politika reformları ve yasal değişikliklerle de desteklenmesi zorunludur. Birleşmiş Milletler Çevre Programı, 2011 yılında yayınlamış olduğu bir raporda, yeşil ekonomiye geçiş sürecinde yapılması gereken yatırımların etkilerini gösterebilmek amacıyla beş farklı senaryo ortaya koymuştur. Bu senaryolar; BAU, BAU1, BAU2, G1 ve G2 senaryoları olarak adlandırılmaktadır. BAU senaryosu, 1970-2009 dönemindeki mevcut gelişmelerin 2050 yılına kadar devam etmesi ve 2050 yılına kadar herhangi bir politika değişikliğinin olmaması varsayımına dayanmaktadır. BAU1 senaryosu, BAU senaryosuna göre, yatırımların yıllık gayrisafi yurtiçi hasıla rakamlarının %1'i oranında arttırılması ve kaynak kullanımı ve enerji tüketimi eğilimlerinin korunması varsayımlarına dayanmaktadır. BAU2 senaryosu, BAU1'e benzer olmakla birlikte, yatırım düzeyinin yıllık gayri safi yurtiçi hasılanın %2'sine yükseltilmesi anlamını taşımaktadır. G1 ve G2 senaryoları, kaynak etkinliğini arttıran ve karbon yoğunluğunu azaltan yatırımların modele dahil edildiği senaryolardır ve yeşil senaryolar olarak bilinmektedir. G1 senaryosunda yatırımların düzeyi gayri safi yurtiçi hasılanın yıllık %1'i kabul edilirken, G2 senaryosunda bu oran %2 olarak kabul edilmektedir. Rapor, G2 senaryosunu açık bir şekilde "yeşil yatırım senaryosu" olarak tanımlamaktadır (Victor ve Jackson, 2012:12).

Birleşmiş Milletler Çevre Programı’na göre, belirlenen anahtar sektörlerde düşük karbonlu ve enerji etkin ekonomi anlayışına geçebilmek için 2050 yılına kadar her yıl küresel gayri safi yurtiçi hasıla rakamlarının sadece %2’si oranında anahtar sektörlere yatırım yapılması gerekmektedir. Bu anahtar sektörler, tarım, inşaat, enerji, balıkçılık, ormancılık, sanayi, turizm, taşımacılık, su ve atık yönetimi alanlarıdır. Bu alanlarda yapılacak olan yatırımların ulusal ve uluslararası politika düzenlemeleriyle de desteklenmesi gerekmektedir. Birleşmiş Milletler Çevre Programı'nın yayınlamış olduğu rapora göre, yeşil ekonomiye geçiş için gerçekleştirilen yatırımların dörtte biri (yaklaşık olarak 325 milyar dolar) doğal sermaye ile doğrudan ilişkili olan tarım, ormancılık, balıkçılık ve içme suyu sektörlerine ayrılmalıdır. Bu sayede, örneğin ormancılık sektöründe yaratılan katma değerin 2050 yılına kadar %20 artacağı ileri sürülmektedir. Tarım sektöründe 2050 yılına kadar yıllık 100 ila 300 milyar dolarlık yatırım miktarı, toprak verimliliği ve temel gıda maddeleri üretiminde mevcut stratejilerin %10 üzerinde bir verim artışının gerçekleşmesine neden olacaktır. Tarım, sanayi ve belediye hizmetlerinde artan etkinlik, temiz içme suyuna olan talebi 2050 yılına kadar %20 oranında azaltacaktır (UNEP, 2011:8). Sadece ekonomik büyümeyi değil doğal sermaye stoklarında da artışı hedefleyen yeşil ekonomiye geçebilmek için bazı özel koşulların oluşması zorunludur. Bu özel koşullar, ulusal düzenlemeler, politikalar, sübvansiyon ve teşviklerin zemin kazanması ile uluslararası piyasaların ve yasal altyapıların oluşması ve ticaret - yardım protokolleridir. Örnek olarak; 2008 yılında Amerika Birleşik devletlerinde fosil kaynaklı enerji kullanımına ödenen sübvansiyonlar toplamda 650 milyar doları aşmıştır (UNEP, 2011:2). Bu açıdan fosil kaynaklı enerjilere ödenen yüksek ücret ve sübvansiyonlar, yenilenebilir enerji kullanımına geçiş açısından ters etkiler yaratmaktadır. Buna karşılık, yeşil ekonomiye geçiş sürecinde kamu ve özel yatırımların başarısı için uygun koşulların yaratılması dünya ekonomilerinin önünün açılabilmesinde önemli rol oynamaktadır. Uygun koşulların yaratılmasında ulusal düzeyde yapılabilecek düzenlemeler arasında, maliye politikalarının değiştirilmesi, çevreye zarar veren sübvansiyonların azaltılması, piyasa tabanlı yeni enstrümanların uygulanması, yeşil ekonomi için kilit sektörlerde kamu yatırımlarının gerçekleştirilmesi, çevresel kuralların ve düzenlemelerin iyileştirilmesi sayılabilir. Uluslararası alanda ise, ticareti geliştirici, yardım akışlarını hızlandırıcı, daha büyük işbirliklerini teşvik edici birçok düzenleme gerçekleştirilebilir.

2.Dijital Dönüşüm Nedir?

20. yüzyılın sonlarında başlayan 2000’li yıllarda hızlanan sayısallaştırma ve dijitalleştirme sürecinin hemen her alandaki kurumsal yapılarda ve iş yapma biçimlerinde köklü değişiklikler ortaya çıkardığı gözlemlenmektedir. Dijital teknolojilerin ürünü; robotlar, akıllı sistemler, e-ticaret, sosyal medya, e-devlet, mobil iletişim gibi uygulamalarla; imalat sektörü yanında iletişim, bankacılık, sağlık kurumları gibi hizmet sektörünün farklı alanlarında büyük bir değişim yaşanmıştır. Bu değişim ve dönüşümün temelinde; teknolojinin sağladığı işleri daha hızlı, etkili ve ucuz yapabilme olanakları yanında, bilginin anında kaydedilmesi, çok hızlı işlenmesi ve iletilmesi ve karar süreçlerinde kullanılması yatmaktadır. Bu noktaya gelinmesinde, dijitalleştirme süreci oldukça önemli bir yer tutmaktadır. Peki, dijital dönüşümü gelişimin neresine koymak gerekir? Başka bir ifade ile dijitalizasyon ve dijital dönüşüm arasındaki fark nedir? Dijitalleştirme aynı zamanda iş operasyonlarını, iş modellerini ve hatta gelir akışlarını ve yeni iş fırsatlarını değiştirmekle ilgili olduğu için kavram olarak dijital dönüşüme benzemektedir. Dijital dönüşüm, bugün kullandığımız gibi, dijital iş dünyasına taşınmanın bir yolu olarak dijitalleştirmekten daha geniş bir kavramdır. Kapsamlı bir dijital dönüşüm stratejisinin oluşturulması, daha fazla köprü gerektirir (i-SCOOP I). Dijital dönüşümü birkaç teknolojiye indirgemek mümkün değildir ancak web 2.0, mobil, geniş bant internet, bulut bilişim, dijital medya, büyük veri, yapay zekâ, artırılmış gerçeklik, nesnelerin interneti ve 3D yazıcıların çığır açan etkisi yeni bir dönem başlatmıştır. Dijital teknolojiler ile ilk olarak analog kayıtlar dijital ortamda işlenir hale getirilmiş (otomasyon) ve süreçler dijital ortama aktarılmıştır (e-hizmet). Gelinen noktada ise tüm kurumsal varlıklar ve paydaş ilişkileri dijital ortamda yeniden tanımlanmaktadır (dijital dönüşüm). Dijitalleşme süreci tek yönlü olmayıp, organizasyonlar yeni teknolojiler ile her zaman otomasyonlarını daha verimli kılabilmekte ve hizmetlerindeki dijital teknoloji deneyimini iyileştirebilmektedir. Bu açıklamalardan yola çıkılarak dijital dönüşüm; sayısallaştırma ve dijitalleştirme sürecinin, “hızla gelişen bilgi ve iletişim teknolojilerinin sunduğu imkânlar ve değişen toplumsal ihtiyaçlar doğrultusunda, organizasyonların daha etkin, verimli hizmet vermek ve faydalanıcı memnuniyeti sağlamak üzere insan, iş süreçleri ve teknoloji unsurlarında gerçekleştirdiği bütüncül dönüşümü” olarak tanımlanabilir (TÜBİTAK-BİLGEM, Dijital Dönüşüm Portalı). Dijital teknolojinin insan toplumunun her alanında uygulanmasına bağlı değişimlerin ortaya çıkardığı dijital dönüşüm, dijital teknolojileri benimseyerek iş stratejisini veya dijital stratejiyi, modelleri, işlemleri, ürünleri, pazarlama yaklaşımını, hedefleri vb. yenilemek suretiyle iş dünyasının dönüşümüdür. Bu, işin satışını ve büyümesini hızlandırarak uçtan uca çözüm sunan servis yönetim sistemidir. Dönüşüm aşaması, dijital kullanımların, geleneksel yöntemleri basitçe geliştirmek ve desteklemek yerine, belirli bir alanda yeni türdeki inovasyon ve yaratıcılığı mümkün kılması anlamına gelir (Dijital Dönüşüm Dergisi, 2017). Bilgisayar ve başlangıçta onunla bütünleşen ancak şu an neredeyse her teknolojik araç/gerece entegre edilen internetin yaygınlaşmasıyla sayısallaştırma ve dijitalleştirme hızı da bir o kadar artmaya başlamış ve 2010’lu yıllarla birlikte dijital dönüşümü tüm ülkelerin gündemine sokmuştur. Örneğin dijital dönüşüm yakın zamanda Avrupa Birliği (AB) tarafından ele alınarak yeni bir vizyon olarak değerlendirilmeye tabi tutulmuştur. Söz konusu vizyon 2010 yılında yayımlanan “Avrupa Dijital Gündemi”dir. Avrupa Komisyonu tarafından sunulan Dijital Gündem, Avrupa Birliği’nin büyüme hedeflerini belirleyen Avrupa 2020 Stratejisi’nin 7 dayanağından birini oluşturmaktadır. Dijital Gündem, inovasyon, ekonomik büyüme ve gelişmeyi teşvik etmek amacıyla bilgi ve iletişim teknolojilerinden daha fazla yararlanmayı amaçlamakta; temel amacının ise Avrupa’da akıllı, sürdürülebilir ve kapsayıcı bir büyümeyi oluşturmak için dijital tek pazarın geliştirilmesi olduğu ifade edilmektedir (Karagöz, 2018: 73). Dijital Gündem’in amacına ulaşmasında; sayısal tek pazarın sağlanması, birlikte çalışabilirlik ve standartların geliştirilmesi, online güven ve güvenliğin güçlendirilmesi, herkes için hızlı ve ultra hızlı internet erişiminin teşviki, araştırma ve yenilik yatırımı, dijital okuryazarlık, beceri ve içermeyi teşvik ile AB toplumu için bilgi ve iletişim teknolojilerinden etkin fayda sağlanması şeklinde 7 ayaklı bir süreç belirlenmiştir. Avrupa’nın ardından Amerika da 2012 Mayıs ayında Dijital Hükümet Yol Haritasını yayımlayarak bu kapsamda yapılacak çalışmaların “açık veri, içerik ve API (Application Programming Interface-Uygulama Programlama Arayüzü) kullanımını sağlayan bir bilgi merkezi oluşturmak”, “dijital hizmetleri geliştirecek ortak bir platform kurmak”, “müşteri merkezli araçlar ve teknolojinin kullanılmasını sağlamak” ile “yeni teknolojilerin kullanılmasında güvenlik ve gizliliğin temel alınmasından oluşan 4 başlık altında yürütülmesini öngörmüştür (Karagöz, 2018: 73). AB ve Amerika’da dijital dönüşüm süreciyle ilgili bir yol haritası oluşturulurken Türkiye bu konuda belli bir gecikmeyle ilerlemektedir. 64. Hükümet’in 2016 Yılı Eylem Planı’nda yer alan “Dijital Türkiye Projesi Yol Haritasının, 2018 yılında yapılan seçimlerin ardından oluşturulan 67. Hükümet döneminde ve Cumhurbaşkanlığı bünyesine kurulan “Dijital Dönüşüm Ofisi” ile oluşturulacağı görülmektedir. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ile koordineli çalışacak ofis, ekonomik ve sosyal hayat ile kamudaki hizmetlerin dijital dönüşümü için çalışma yapacaktır. Dijital dönüşüm ile ilk olarak eğitim altyapısının geliştirilmesine odaklanılması, bu çerçevede üniversitelerde dijital teknoloji geliştiricilerini yetiştiren programların artırılması, dijital teknoloji alanında 30 bine yakın öğrencinin doktora yapması, dijital dönüşüm farkındalığının artırılması, özel teşvikler ile dijital yetkinliğe sahip işgücünün sanayi ile buluşturulması gibi adımların hayata geçirilmesi için çalışmalar yapılması ve kamudaki hizmetlerin de hızlandırılıp, bürokratik süreçlerin sıfıra indirilmesi hedeflenmektedir. Ayrıca, Ofis, bakanlık ve ilgili kurumlarla birlikte, “bulut bilişim”, “yapay zekâ”, “otonom robotlar” gibi konu başlıklarında teknoloji yol haritaları açıklayacağı gibi, öncelikli teknolojilere odaklanılan 50’ye yakın uygulamalı araştırma merkezinin kurulması ile sanayicilerin yüksek hızlı internete ulaşımı ve endüstriyel siber güvenliğin sağlanması konularında da altyapı çalışmaları yapılması noktasında da yetkilendirilmiştir (BİK, 2018).

2.1. Ekonomik, Toplumsal ve Kültürel Yaşamda Dijital Dönüşüm

Sayısallaştırmayla başlayan ve hızla dijital dönüşüme doğru ilerleyen süreç; ekonomik, sosyal ve kültürel yapılarda çok önemli değişiklikler ortaya çıkarmaktadır. Çünkü dijitalleştirme olgusu bir taraftan ekonomik yapıları, üretim biçimini, işi ve meslek tanımı ile işgücü piyasalarını etkileyip değiştirirken, aynı zamanda toplumsal yaşam ile kültürel yapıyı da dönüştürmektedir. Bu etkilerin merkezinde, teknolojinin bilgi toplama, depolama, takas ve kullanımında uzun süredir oynadığı rol yer almaktadır. Dijital teknoloji özellikle özel bir güce sahiptir, çünkü firma ve çalışanların üretime ilişkin organizasyonel, analitik ve yönetsel yönlerini geliştirerek değer kazandırırken, diğer işlerin önemini azaltmaktadır. Bu bağlamda, dijital teknoloji, günümüzde ekonominin en önemli itici gücü olarak ortaya çıkmıştır. Bu durum, işyerlerinde büyük ölçüde etkide bulunarak, yerleşik iş uygulamalarını bozmasına rağmen, işyerlerinde bilgi yönetimini ve kurallara dayalı işlemleri büyük ölçüde iyileştirme gücüne sahip olmaktadır. Ekonomik, toplumsal ve kültürel yapı alanında yarattığı değişim nedeniyle dijitalleştirmeyi çağdaş dönemin temel özelliği olarak ele almak yanlış olmayacaktır. Ekonominin dijitalleşerek ulusal sınırların ötesine yayılması; sermaye, meta ve insan dolaşımını kolaylaştırarak küreselleşme sürecini hızlandırdığı gibi, giderek ulusal egemenliği de yeniden biçimlendirmiştir. Dijital medya artık küresel sermaye akımları için merkezi bir öneme sahip olurken, dijitalleşme de farklı sektörlerin yakınlaşmasını motive etmiştir (Brennen and Kreiss, 2014).

2.2. Ekonomik Yapıda Dijitalizasyon ve Sanayi 4.0

Bilgi teknolojileri ile sayısallaştırma ve dijitalleştirme sürecinin en büyük etkileri ekonomik yapıda görülmektedir. Daha önce belirtildiği gibi post endüstriyel dönüşüm ve küreselleşme süreciyle birlikte ekonomik yapılarda ortaya çıkan esneklik, yalın üretim, üretimin artan otomasyonu vb. değişiklikler, dijitalizasyon süreciyle birlikte farklı bir boyut kazanmıştır. Teknolojik yeniliklerle birlikte dijitalleştirme olgusu, yeni işler ve yeni meslekler ortaya çıkarırken, işi ve işe ilişkin organizasyon yapısını, görev tanımları ve yetkinlikleri, mal ve hizmet üretiminin mekânsal boyutunu, üretim biçimini, üretim sürecini, pazarlama ağını, üretilen mal ve hizmete ulaşılma biçimini, tüketim anlayışını vb. birçok şeyi, özetle ekonomik yapıyı hızla değiştirmektedir. Bu değişim ortaya çıkardığı dönüşüm süreci sanayi devriminin dördüncü aşaması ya da “Sanayi (Endüstri) 4.0” olarak nitelendirilmektedir. Üçüncü Sanayi Devrimi’ne karşılık, Sanayi 4.0, artık salt bir teknik terim olmanın ötesinde milyarlarca dolar ve euro ile ifade edilen bir ekonomik piyasa ya da süreç haline gelmiştir. Bu son devrim, siber-fiziksel sistemler ve dinamik veri işleme kapasitesiyle makinelerin veya cihazların kendilerini ve üretim süreçlerini yönetebilmesiyle şekillenmektedir. Endüstri 4.0, teknolojilerin ve değer zinciri organizasyonları kavramlarının kolektif bir bütünüdür. Bu yapı akıllı fabrikalar vizyonunun oluşmasına büyük katkı sağlamıştır (Kesayak, 2017). Bu bağlamda, “dijital devrim” diye de adlandırılan Sanayi 4.0’ın temel amacı, kendini yönetebilen akıllı makine ve fabrikaların hayata geçirilmesidir. Yeni süreç insan emeğinin en az kullanıldığı, ancak en yüksek emek verimliliğinin elde edildiği, ileri derecede otomasyona dayalı üretim biçimlerine dayanmaktadır. Sanayi 4.0; üç boyutlu yazıcılar, nesnelerin interneti, akıllı fabrikalar, siber-fiziksel sistemler, büyük veri, otonom robotlar, simülasyon, sistem entegrasyonu, artırılmış gerçeklik, bulut bilişim sistemi gibi çok sayıda yeni kavram ve buluş içermektedir (TİSK, 2016: 37). Endüstri 4.0 genel olarak aşağıdaki 3 yapıdan oluşmaktadır.

 • Nesnelerin İnterneti

 • Hizmetlerin İnterneti

 • Siber-Fiziksel Sistemler Endüstri 4.0 ile modüler yapılı akıllı fabrikalar kapsamında; fiziksel işlemlerin siber-fiziksel sistemlerle izlenmesi, fiziksel dünyanın sanal bir kopyasının oluşturması ve merkezi olmayan kararların verilmesi hedeflenmektedir. Nesnelerin interneti ile siber-fiziksel sistemler birbirleriyle ve insanlarla gerçek zamanlı olarak iletişime geçip işbirliği içinde çalışabilecektir. Hizmetlerin interneti ile hem iç hem de çapraz örgütsel hizmetler sunulacak ve değer zincirinin kullanıcıları tarafından değerlendirilecektir (Kesayak, 2017). Endüstri 4.0, 6 prensibe dayanmaktadır.

 • Karşılıklı Çalışabilirlik: Siber fiziksel sistemlerin yeteneği ile (örn. iş parçası taşıyıcıları, montaj istasyonları ve ürünleri) nesnelerin interneti ve hizmetlerin interneti üzerinden insanların ve akıllı fabrikaların birbirleriyle iletişim kurmasını içerir.

 • Sanallaştırma: Bu yapı akıllı fabrikaların sanal bir kopyasıdır. Sistem, sensör verilerinin sanal tesis ve simülasyon modelleri ile bağlanmasıyla oluşur.

 • Özerk Yönetim: Siber-Fiziksel sistemlerin akıllı fabrikalar içinde kendi kararlarını kendi verme yeteneğidir. 

• Gerçek-Zamanlı Yeteneği: Verileri toplama ve analiz etme yeteneğidir. Bu yapı, anlayışın hızlıca oluşmasını sağlar.

 • Hizmet Oryantasyonu: Hizmetlerin interneti üzerinden siber-fiziksel sistemler, insanlar ve akıllı fabrika servisleri sunulmaktadır.

 • Modülerlik: Bireysel modüllerin değişen gereklilikleri için akıllı fabrikalara esnek adaptasyon sistemi sağlar (Kesayak, 2017). Sanayi 4.0’a ilişkin tartışmalar farklı boyutlarıyla devam etmektedir. Bu sürecin ortaya çıkaracağı yararlar toplumun farklı kesimleri tarafından farklı şekilde değerlendirilmektedir. İşverenler ve işveren örgütleri yararları üzerine odaklanılırken, işçi sendikaları başta olmak üzere değişik meslek örgütlerinin temsilcileri bu süreçle birlikte yok olabilecek mesleklere ve özellikle işçiler açısından olumsuzluklarına vurgu yapılmaktadır. Sanayi 4.0’ın yararları şöyle ifade edilmektedir: 

- Daha karmaşık ve akıllı ürünler üretilebilmektedir.

- Seri üretimden, müşteri ihtiyaçlarına göre özel üretime geçilebilmektedir. 

- Hammadde ve kaynak tüketimi en aza indirgenirken, verimlilik artmakta ve yeşil enerji dönemine geçilmektedir. 

- Kendi kendini organize eden üretim yöntemleri sayesinde üretim için gerekli kaynaklara (enerji, insan, makine vb.) olan ihtiyaç azalmaktadır.

- Ürün-yaşam döngüsü kısalırken, üretimdeki hata payı minimuma inmektedir.

- İş sağlığı ve güvenliği robotlarla daha iyi sağlanmaktadır.

 • Robotlar üretim süreçlerini hızlandırdığından, çalışma saatleri çok daha esnek hale gelmektedir (TİSK, 2016): 37). Bu konu AB’de sayısal verilerle ifadeye başlanmıştır. Örneğin, Avrupa Parlamentosu’nun yaptırdığı bir araştırmaya göre, Dijital Devrim Avrupa sanayiinin yaşadığı gerileme sürecini tersine çevirebilecek ve imalat sanayiinin GSYH içinde halen %16 dolaylarında olan payını 2020’ye kadar %20’ye çıkarabilecektir. Entegre değer zincirleri sayesinde imalat süreci %120, üretilen malların piyasaya sürümü ise %70 oranlarında hız kazanacaktır. Aynı araştırmaya göre verimlilik %20 oranında artacaktır. Fakat tüm bu kazançların bir de maliyet cephesi bulunmaktadır. Yine AP araştırmasına göre, Sanayi 4.0’ın başarıya ulaşabilmesi için sadece Almanya’da yılda 40 milyar euro’luk yatırım yapılması gerekecektir. AB’nin bütününde ise bu rakam 140 milyar euro’ya ulaşmaktadır. Buna karşılık The Boston Consulting Group’un tahminlerine bakılırsa, Sanayi 4.0 önümüzdeki 10 yılda Alman ekonomisine yıllık %1 ilave büyüme hızı kazandıracak ve 390 bin yeni iş yaratacaktır (TİSK, 2016: 37-38). Konuya ilişkin tahmin ve rakamlar bir tarafa bırakıldığında şu tespiti yapmak yanlış olmayacaktır: Makroekonomik gelişmelerin son yıllarda endüstriye olan en önemli etkisi teknolojide yaşanan baş döndürücü devrim ve bunun yansıması olan dijital dönüşümdür. İnovasyon, Ar-Ge ve teknoloji tabanlı ekonomik ve sektörel büyüme aynı zamanda yeni sermaye birikim modeli olarak karşımıza çıkmaktadır (Büyükuslu, 2018). Söz konusu dijital dönüşüme uyum sağlayan firmalar açısından yenilikçi ve teknolojik ürünler üretmek yeni pazar genişlemesi anlamına gelmekte, yeni tedarik zincirlerinin ya da servis sağlayıcı start-up (yeni girişim) veya spinn off (bölünerek büyüme)’ların ve nihayetin de KOBİ’lerin genişlemesi sonucunu doğurmaktadır. Bu bağlamda yaşanmakta olan dijitalleşme temelli ekonomik ve sosyal transformasyonun yüksek nitelikli ve iyi ücretli yeni işlerin yaratılmasına (job creation) neden olduğu görülmektedir. Rekabetin artması, artan verimlilik özellikle Endüstri 4.0 felsefesi ile birlikte bütünleşerek, söz konusu dönüşümün özellikle dijitalleşen ülkeler için birçok fırsatı beraberinde getirdiği açıktır. Dijital tabanlı gelişim ve Endüstri 4.0 uygulamaları dışında kalan ülkeleri ve iş kollarını bekleyen en büyük tehdidin; eski sermaye birikim modelleri (düşük ücretli, emek yoğun üretim, eski ve ithal teknoloji kullanımı, geleneksel üretim teknikleri ve lojistik yaklaşımlarına yüksek bağlılık vb), üretim yöntemleri ve paradigması ile mesafe almaya çalışmak olduğu öne sürülmektedir (Büyükuslu, 2018).

3.Dijital Teknolojiler Yeşil Dönüşümü Nasıl Destekler?

AB’de binalar enerji tüketiminin yaklaşık yüzde 40’ını ve sera gazı emisyonlarının yüzde 36’sını üretiyor. Her şeyin İnterneti (Internet of Things) ve yapay zekâ gibi dijital teknolojiler, bina yönetimi konusunda çok cazip imkânlar sunuyor. Binalardan yayılan sera gazlarının yaklaşık dörtte üçü ısıtma ve soğutma sistemlerinden kaynaklanıyor. Sensörler, akıllı sayaçlar, uçtan uca bilgi işleme ve enerji yönetimi çözümlerinden oluşan bir ağ aracılığıyla binaların enerji tüketimi azaltılabilir ve verimlilik maksimum düzeye çekilebilir.

İmalat sanayinde de nesnelerin interneti, uzaktan izleme, endüstriyel robotlar, üç boyutlu baskı, büyük veri analizi ve yapay zekâ gibi dijital teknolojiler, geleneksel üretimi daha güvenli, daha verimli, daha sürdürülebilir ve daha uygun maliyetli hale getirmeyi vaat ediyor. Dijital teknolojilerin çelik fabrikası karbon emisyonlarını kullanılabilir yakıtlara ve plastiklere dönüştürdüğü de biliniyor.

Üretirken daha düşük enerji tüketmek için dijital çözümler bulma konusunda çalışan Arçelik, Accenture ve Siemens ile ortak olduğu bir projede veri analitiği, veri görselleştirme, akıllı algoritmalar ve her şeyin interneti (IoT) teknolojilerini kullanarak optimizasyon yapıyor ve ürün başına enerji tüketimini azaltıyor. Menşei Almanya olan SAP şirketi, ürün karbon ayak izinin hesaplanmasını sağlayan bir bulut uygulaması geliştiriyor. SAP Ürün Ayak İzi Yönetimi, ürün yaşam döngüsü ve tedarik zinciri boyunca ürün ayak izlerinin periyodik olarak hesaplanmasını sağlayarak şirketlerin karbon emisyonlarını düşürmelerine ve ürünlerini daha sürdürülebilir hale getirmelerine olanak sağlayacak. Ölçülen karbon ayak izleri tüm paydaşlara ürünlerin çevresel etkilerine ilişkin bilgi sağlayacak. 

KAYNAKÇA

1.UNEP (2011), Towards A Green Economy: Pathways to Sustainable Development and Poverty Eradication. 

2.UNEP (2010a), “Green Economy: Driving A Green Economy - Through Public Finance and Fiscal Policy Reform”, Working Paper v.1.0.

3.UNEP (2010b), “Green Economy Developing Countries Success Stories”, UNEP, Genava.

4.UNEP (2009), Global Green New Deal:Policy Brief. UNEP (2007), Global Environment 

5.Outlook, Environment for Development (GEO-4), Nairobi, Kenya.

6.VICTOR, Peter ve JACKSON, Tlm (2012), A Commentary on UNEP'S Green Economy Scenarios, Ecological Economics, 77, s:11-15

7.ŞAHİN, Ü. (2012), “Yeşil Düşünceden Yeşil Ekonomiye”, Yeşil Ekonomi, Editörler: Ahmet Atıl Aşıcı ve Ümit Şahin, Yeni İnsan Yayınevi, İstanbul

8.KUŞAT, N. (2013), “Yeşil Sürdürülebilirlik İçin Yeşil Ekonomi: Avantaj ve Dezavantajları - Türkiye İncelemesi”, Yaşar Üniversitesi Dergisi, 29 (8), s:4895-4916

9.SCOOPI.“Digitization, digitalization and digital transformation: the differences”, Retrieved from https://www.i-scoop.eu/digitization-digitalization-digital-transformation-disruption/i-

10.SCOOP II.Moving From Digitization to Digitalization, Retrieved from https://www.i-scoop.eu/information-management/moving-digitization-digitalization

11.TÜBİTAK-BİLGEM. Dijital Dönüşüm Nedir?, Dijital Dönüşüm Portalı, Retrieved from https://www.dijitaldonusum.gov.tr/dijital-donusum-nedir/

12.Dijital Dönüşüm Dergisi.(2017), Dijital Dönüşüm Nedir?   (Digital Transformation),retrieved from  http://www.dijitaldonusumdergisi.com/dijital-donusum-nedir/

13.Karagöz,  U. (2018), Dijital Dönüşüm ve Türkiye,   Retrieved  from http://www.igb.gov.tr/Kutuphane/ugurkaragoz_Dijital%20D%C3%B6n%C3%BC%C5%9F%C3%BCm%20ve%20T%C3%BCrkiye.pdf

14.BİK. (2018),    Retrieved  from  http://www.bik.gov.tr/cumhurbaskanligi-dijital-donusum-ofisi-kuruldu/

15.Brennen, S.   and  Kreiss,   D. (2014), Digitalization   and   Digitization, Retrieved from http://culturedigitally.org/2014/09/digitalization-and-digitization/

16.TİSK. (2016) 26 Genel Kurul Çalışma Raporu, TİSK Yayın No: 356, 15 Ekim 2016, Ankara

17.Kesayak, B.(2017),Endüstri Tarihine Kısa Bir Yolculuk, Retieved from http://www.endustri40.com/endustri-tarihine-kisa-bir-yolculuk/

18.Büyükuslu, A.  R.Küresel Ekonomik ve Sosyal Sorunlar: Eşitsizlik, Dijital Dönüşüm  ve  Endüstriyel Transformasyon  (Endüstri  4.0),    http://www.sanayigazetesi.com.tr/kuresel-ekonomik-ve-sosyal-sorunlar-esitsizlik-dijital-donusum-ve-endustriyel-transformasyon-endustri-40-makale,1375.html 

19.https://fikirturu.com/cevre/ikiz-donusum-dijital-ve-yesil-donusum-neden-ayrilmaz-ikili/

Büşra ALAKUŞa,c 

Prof.Dr.Semih ÖTLEŞa,b

aEge Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Ürün Yaşam Döngüsü Yönetimi Anabilim Dalı

bEge Üniversitesi, Ürün Yaşam Döngüsü Yönetimi (PLM) Mükemmeliyet Merkezi

cSFS Grup