Etilen tutucular

 

Bilindiği üzere; meyve ve sebzelerin solunum hızları ile depolanma ömürleri arasında yakın bir ilişki vardır. Buna göre bir ürünün solunum hızı ne kadar yüksekse depolanma ömrü o kadar kısalır. Nitekim solunum hızı en düşük sebzelerden biri olan, patatesin çok uzun süre depolanabilmesi bunun bir sonucu ve kanıtıdır. Hiç kuşkusuz solunum hızı üzerine etki eden en önemli faktör ortam sıcaklığıdır. Nitekim ortam sıcaklığı artıkça solunum hızı yükselir. Buna karşın ortamın sıcaklığı azaldıkça solunum hızı da azalır. Depo atmosferinde ki oksijen ve karbondioksit oranları da solunum hızını etkileyen önemli faktörlerdir.  Solunum hızı üzerine yukarıda belirtilenler dışında meyve ve sebzelerin kendilerinin oluşturduğu bazı metabolizma ürünleri de etkili olmaktadır. Bunlardan asetilen, etilen ve butilen solunum hızını artıran en önemli metobolitlerdir.

Ortam atmosferinde etilen bulunması, klimakterik davranan meyvelerin hızla klimakterik faza girmesine neden olmaktadır. Örneğin yeşil elmaların +5°C ile +10°C’lerde depolanmalarında ortam atmosferinde 1 ppm etilen bulunması bunları klimakterik faza sokmaktadır. Aynı şekilde yeşil muzların bulunduğu ortam havalandırılarak etilen oranı 0,5 ppm’in altına düşürülmezse, muzlar hızla olgunlaşırlar. Etilen klimakterik olmayan meyvelerde de solunum hızının artmasına neden olmaktadır. Meyve ve sebzelerin olgunlaşması sırasında solunumdan bağımsız olarak gerçekleşen bir dizi biyokimyasal tepkime sonucunda oluşan etilen (C2H4), söz konusu ürünler üzerinde hem pozitif hem de negatif etkileri bulunan bir maddedir.  Meyve ve sebzenin olgunlaşmasını kolaylaştırması pozitif bir etki olmasına karşın; solunum hızlarını artırarak söz konusu ürünlerin raf ömürlerini kısaltması ve ayrıca klorofil bozumunu da hızlandırıcı rol oynaması negatif etkilerdir. 

Şu halde meyve ve sebzelerin olgunlaşma hızlarını azaltarak raf ömürlerinin uzatılması ve duyusal özelliklerinin korunabilmesi için, etilen gazının ambalaj içinde birikmesinin önlenmesi ve ambalaj atmosferinden uzaklaştırılması gerekir. Bu amaçla etilen absorbe eden çeşitli etilen tutuculardan yararlanılır.

Etilen tutucu sistemler üzerine üretim yapan firmalar çoğunlukla potasyum permanganant (KMn04) esaslı tutucuları tercih etmektedirler. Potasyum permanganat etileni bir dizi tepkime bağlamında önce asetal dehide sonra asetik aside yükseltgemekte ve asetik asit de karbondioksit ve suya dönüşmektedir. 

Potasyum permanganat toksik bir madde olduğu için gıdayla temas etmemesi gerekir. Bu nedenle gıdayla temas halinde olan ambalajlarda doğrudan kullanılamazlar; ama kesecikler içinde uygulanabilirler. Potasyum permanganat ne kadar geniş bir yüzey alanı bulursa etilen tutma kapasitesi de o kadar arttığı için; perlit, alumina, silikajel, vermikulit, aktif karbon veya selit gibi geniş yüzey alanına sahip inert bir taşıyıcı üzerine %4-6 oranında eklenerek bir kesecik içinde ambalaja güvenli bir şekilde yerleştirilerek kullanılırlar. 

Başka bir etilen tutucu sistemde, palladyum klorür içeren aktif karbon kullanılmaktadır. Bu sistemde, absorbe edilen katalitik olarak parçalanmakta,  dolayısıyla birikmesi engellenmektedir. Ayrıca, zeolit kil ve Japon oya taşı gibi minerallerin ambalaj filmi içerisinde dağıtılması ilkesine dayanan etilen tutucu sistemler de geliştirilmiştir. Film materyaline eklenmiş olan mineraller etileni absorbe ederler ve ayrıca filmin geçirgenlik özelliklerini değiştirirler. Bunun sonucunda C2H4 ve CO2 daha hızlı difüze olur. Söz konusu minerallerin kullanıldığı ticari materyallere Orega bag (Cho Yang Heung San. Co.ABD), Peakfresh™ (Peakfresh Products, Avusturalya) ve Profresh  (E.I.A. Warenhandels, Avusturya ve İsrail) örnek olarak verilebilir. 

Etilen tutucular; kivi, muz, avokado gibi tropikal meyvelerin, armut, elma, üzüm, domates, dilimlenmiş-doğranmış soğan, ıspanak ve benzeri ürünlerin muhafazasında başarıyla kullanılmaktadır. 

Etanol (etil alkol) salıcılar

Etanol (C2H5OH), protoplazma proteinini denatüre ederek mikroorganizmalara karşı etkili olan bir maddedir. En etkili konsantrasyonu %60-75’lik olduğu için dezenfektan olarak genellikle bu konsantrasyonda kullanılır. Düşük konsantrasyonlarda bile mikroorganizmaların proteinlerini denatüre ettiği için tüm mikroorganizma türlerine karşı etkilidir. Ancak bakteriler mayalara göre daha duyarlıdırlar. Nitekim mayalar yaklaşık %20 alkol konsantrasyonunu tolere edebilmelerine karşın, bakteriler  %10’dan daha düşük konsantrasyonlarda etkinliklerini yitirmektedirler. Yaklaşık %50’lik alkol tüm mikroorganizmaların vejetatif formlarını çok kısa bir süre içerisinde inaktive edebilmektedir; fakat küf konidiaları ve bakteri sporları zarar görmemektedir. 

Etanolun antimikrobiyal etkisinin yanı sıra su aktivitesini düşürücü, dolayısıyla gıdaları konserve edici, raf ömrünü artırıcı etkisi de vardır. 

Günümüzde etanol, başta ekmek, kek ve çeşitli fırın ürünleri olmak üzere birçok gıda da küf gelişimini önleyici ve raf ömrünü artırıcı olarak kullanılmaktadır. Bu amaçla ambalajlama öncesi ürün yüzeyine etanol püskürtülmesi yeterli olmasına rağmen, en uygun uygulama etanol salan keseciklerin veya filmlerin kullanılmasıdır. Bu bağlamda geliştirilen kesecikler, bir taşıyıcıya absorbe edilmiş veya enkapsüle edilmiş etanol (food grade) içermektedir. Ambalajlama sonrasında etanolün taşıyıcı maddeden ambalajın tepe boşluğuna yavaş veya hızlı yayılması, kesecik materyalinin su buharı geçirgenliği ile ayarlanabilmektedir. Söz konusu etanol yayıcı sistemlerin çalışma mekanizması;  taşıcı madde içinde bulunan etanolün taşıyıcı materyal tarafından absorbe edilen su buharı ile yer değiştirmesi şeklinde gerçekleşmektedir. Bu sistemlerde etkinliği belirleyen ana faktörler; taşıyıcı materyalin tipi ve boyutu, içerdiği etanol miktarı, keseciklerin su buharı ve etanol geçirgenliği, gıdanın su aktivitesi ve ambalaj filminin etanol geçirgenliğidir. 

Etanol içeren filmler, etanolün filmden ambalajın tepe boşluğuna yayılmasında karşılaşılan kontrol sorunları nedeniyle kesecikler kadar geniş kullanım alanı bulamamıştır. Etanol içeren filmler genellikle etanolün tutulmasını ve kontrollü yayılmasını sağlayan katmanlar eklenerek kullanılmaktadır. Fakat bu durum sistemin maliyetine artırmakta ve filmlerin ekonomik açıdan tercihini zorlaştırmaktadır. 

Gıda ambalajlamada kullanılan ticari etanol kullanıcılardan biri, Freund Industrial Co (Japonya) tarafından üretilen ‘’ Ethicap’’ tır. Ethicap, SiO2 tozuna  (%35)  adsorbe edilmiş ve kâğıt/ EVA (etilen vinil asetat) kopolimer keseciklere yerleştirilmiş etanol (%55) ve su (%10) karışımından oluşan bir üründür. Bunlar ayrıca plastik kokusunu gizlemek için iz miktarda gıda dereceli lezzet maddeleri de (vanilya, citrus) içerirler. Özellikle fırıncılık ürünlerinde kullanılan bu ürün ambalaja erleştirildiğinde; alkol buharı yavaş yavaş tepe boşluğuna geçmekte ve özellikle küf ve mayaların gelişmesi önlenebilmekte, ekmek ve kek gibi gıdaların bayatlamaları veya sertleşmeleri geciktirilebilmekte ve raf ömürleri bir hafta ile 6 ay arasında uzatılabilmektedir. 

Ethikap’a benzer bir ürün de, Japonya lisansı ile ABD’de ‘’Frelek’’ tir. Söz konusu ürün, glasial asetik asit içerisinde %95 salt etanol ile doyurulmuş bir kâğıt pulpudur. Bu kâğıt pulpu, aramo emdirilmiş bir film ile poliolefin film arasına sıkıştırılmış ve küçük poşetlerde ambalajlanmş olarak bulunur. Fretek, hububat esaslı çeşitli kuru ürünler,  taze et, kanatlı etleri, deniz ürünleri ve fırın ürünlerinin korunmalarında başarıyla kullanılmaktadır. 

Nem tutucular (düzenleyiciler)

Neme duyarlı gıdaların ambalajlanmasında nem bariyer özelliği yüksek olan materyallerden yararlanılır. Keza taze et, balık, kanatlı etleri, meyve-sebze gibi ürünlerin ambalajlanmasında da su buharı geçirgenliği düşük malzemeler tercih edilir. Ancak bu durumda taze et ve benzeri ürünlerden sızan ya da özellikle dağıtım ve pazarlama sırasında sıcaklık dalgalanmalarına maruz kalan ambalajlı meyve ve sebzelerden terleme yoluyla ayrılıp yoğuşan su ambalaj içinde birikir. Ambalajda biriken nem, hem ambalaj filminin puslanmasına neden olabilir hem de küf ve bakterilerin üreyip gelişmesine, mikrobiyal bozulmalara yol açabilir. Yüksek oranda nem, bisküvi ve kraker gibi ürünlerde yumuşamaya; süttozu, instant kahve ve benzerlerinde yapışkanlığa ve topaklanmaya ya da şeker ve şekerlemelerin nemlenmesine sebep olabilir. Diğer yandan ambalajlanmış gıdadan aşırı derecede suyun buharlaşması gıdanın kurumasına ve lipid yükseltgenmesine ivme kazandırabilir. Kuruma ve aşırı nem soğutulması gibi olumsuzlukları önleyebilmek için söz konusu gıdaların ambalajlanmasında, istenilen düzeyde su buharı geçirgenliğe sahip filmler, nem çekici filmler ya da nem düzeyini kontrol edebilen kesecikler veya pedlerden yararlanılmaktadır. Nem tutucu sistemler özellikle cips, kuruyemişler, baharatlar, bisküvi, kraker, süttozu, instant kahve, şekerlemeler, gibi birçok gıdanın ambalajlanmasında yaygın ölçüde kullanılmaktadır. Nem tutucular genelde tablet halinde olmalarına rağmen, akıllı ve aktif nem tutucu plastik filmler de geliştirilmiştir. Bu sistemlerde nem tutucu katman ekstrüzyon tekniğiyle veya laminasyonla esas ambalaj materyaline entegre edilmektedir. 

Et, balık, kanatlı etleri, meyve ve sebzeler gibi yüksek su aktivitesine sahip gıdalarda nem kontrolünü sağlamak amacıyla su damlalarını absorbe eden Thermarite® (Avusturalya), Toppan ™ (Japonya), Fresh – R- Pax™ (ABD) veya Peaksorb® gibi materyaller kullanılmaktadır. Bunlar genelde perfore polietilen veya polipropilenden oluşan iki tabaka arasına poliakrilat tuzları, karboksimetil selüloz veya nişasta graft kopolimerleri içeren bir absorban filmden oluşmaktadırlar. 
Ambalaj içinde oluşan nemin emiliminden sorumlu olan damla tutucu materyallerde yaygın olarak hidrojeller kullanılmaktadır. Nem kontrolünün gerekli olduğu durumlarda da, özellikle kuru gıdalar söz konusu olduğunda silik jel tercih edilmektedir. Bunun en önemli nedeni silika jelin toksik olmaması ve korozyona yol açmamasıdır. 
Taze meyve, sebze ve salata paketlenmesinde kullanılan şeffaf filmlerin antifog özellik göstermesi de aranan özelliklerden biridir.  Uzun yıllardan beri tarımsal ürünlerin seralarda muhafazası amacıyla kullanılan antifog özellikteki polietilen filmler, günümüzde çift yönlü gerdirilmiş polipropilen (BOPP) film teknolojisinin de gelişmesiyle birlikte gıda sanayinde de kullanım alanı bulmuşlardır. 

Bilindiği gibi çiğ oluşması, hava-su karışımının çiğlenme noktası (dew point) altında ki sıcaklıklarda soğuması ile gerçekleşir ve yüzeyde kondanse olan su tabakası ile ambalaj filminin farklı yüzey gerilimleri su damlacıklarının oluşumuna yol açar. 

Yüzeyaktif ve yüzeye migre olabilen kimyasallar olan antifog ajanlar, ambalaj filminin yüzeyine göç ettiklerinde yüzeyin ıslanma açısını düşürerek, kondense olmuş büyük su damlacıklarının ince bir tabaka oluşturmasını ve dolayısıyla ambalajın içinde ki gıda maddesinin dışarıdan bakıldığında daha iyi görünmesini sağlarlar. Filmi, aynı zamanda baskıya da hazır hale getirmek için gerekli olan korona işlemi de antifog ajanların migrasyonunu hızlandırır. 

Antifog filmlerin asıl işlevi, gıda da olan yoğunlaşmayı yani gelişigüzel dağılmış su damlacıklarını ambalajın iç çeperlerine yaymaktır. Bu da antifog ajanların yüzeyde aktif hale gelerek damlacıkların yüzeyde ki kontakt açısını düşürmeleri ve dolayısıyla da bakıldığında iyi bir görünüm sağlamaları esasına dayanır. 

Antifog özellikteki ambalaj filmleri genelde polipropilenden üretilmekte ve bu özellik ya katkıların ekstrüzyon sırasında filmin içine eklenmesi veya filmin yüzeyine daha sonra dispersiyon şeklinde kaplanmasıyla sağlanmaktadır. Ancak, kaplı antifog filmler yüzeyde oluşan çizilmeler ve çatlaklar nedeniyle bu özelliklerini uzun süre koruyamamaktadırlar;  bu nedenle daha çok koekstrude antifog filmler tercih edilmektedir. 

Aroma ve koku salıcılar ve emiciler

Gıdalar özgül tat ve koku maddelerini işlenmeleri sırasında belirli bir düzeyde yitirebilirler. Söz konusu kayıp,  ambalajlama esnasında ya da ambalajlanmış ürünün depolanması sürecinde de gerçekleşebilir. Ayrıca, ambalajlama işlemi öncesi veya ambalajı ile birlikte gıdaya ısısal işlem uygulanması durumunda da aroma da değişikliklerin olması doğaldır. 

Öte yandan, aroma maddelerinin ambalaj malzemesi tarafından absorbe edilmesi de olasıdır. Bazı yumuşak aromalı gıdalarda veya meyve suyu esaslı içeceklerde olduğu gibi aromanın seyreltik formda bulunduğu ürünlerde, plastiğin aroma maddelerini absorbe etmesi sonucu önemli düzeyde kayıp olabilmektedir. Bu durum plastik şişelerde ince filmlere göre daha belirgin gerçekleşmektedir. Nitekim bu bağlamda yapılan araştırmalarda, portakal aromasının ve nane yağının polietilende önemli miktarda çözünürlük gösterdiği saptanmıştır. Ayrıca bazen gıda / ambalaj malzemesi etkileşimi bağlamında gıdanın aroma bileşenleri ambalaj tarafından emilebilmektedir.
İşte bu gibi durumlarda ambalaj içine gıdanın karakteristik aromasını yayan aroma salıcılar yerleştirilmektedir. Genelde şişe, kavanoz ve tepsi şeklinde ki ambalajların kapak bölgelerine konumlandırılan aroma salıcılar, aroma maddesinin verilişini düzenlemek ve aroma salıcının tüketici tarafından görülmemesini sağlamak için genelde plastik esnek bir filmle gizlenirler. 

Aroma emici sistemler ise, aroma salıcı sistemlerin aksine, gıda ambalajı içinde ki koku ve aromaları emme amaçlı olarak kullanırlar. Örneğin, portakal suyu üretimi için kullanılan bazı portakal çeşitlerinin işlenmesinde, özellikle ısıl işlemden sonra portakal suyunda ortaya çıkan acımsı tat, içi selülozik esaslı bir madde ile kaplanmış olan plastik şişeler tarafından emilebilmektedir. 

Bilindiği gibi, turunçgil meyvelerinde kendilerine özgü acılık veren bileşikler bulunur. Bazı turunçgillerden elde edilen ürünlerde örneğin greyfurt sularında hafif bir acılık arzu edildiği halde, portakal sularında böyle bir durum kesinlikle istenmez. 

Turunçgillere acılığı veren asal bileşikler bir limonoid olan ‘’limonin’’ ile bir flavanon neohesperidosit olan ‘’naringin’’ dir. Bunlardan limonin esas olarak bazı portakal çeşitlerinde ve farklı miktarlarda da diğer turunçgil myvelerinde bulunur. Gerçi ham haldeyken hemen hemen tüm portakal çeşitlerinde bulunan limonin olgunlaşmasıyla azalır veya kaybolur,  ama bazı çeşitlerde kalan miktar bile onlara acı bir tat vermeye yetmektedir. 

Naringin ise greyfurtların esas acılık maddesidir. Hiç kuşkusuz çeşitli turunçgillerde daha birçok acılık veren bileşik bulunmaktadır. Turunçgil sularında acılığın giderilmesinde halen tek ticari yöntem, adsorbent uygulamasıdır. Nitekim meyve suyu, endüstrisinde sadece adsorpsiyon özelliği olan veya iyon değiştirme özelliğine sahip çeşitli adsorbentlerin kullanılma olasılığı vardır. Ambalajlama uygulamalarında ise, yukarıda da değinildiği üzere acılığın önlenebilmesi özellikle limonin’in absorbe edilebilmesi için, iç kısmına a-ramnosidaz ve ß-glukosi-daz enzimlerinden oluşan fungal kaynaklı naringinaz enzimini içeren ince bir asetat-bütirat film tabakası kaplanmış plastik şişe kullanımı; ya da naringinaz enzimi immobilize edilmiş (tutuklanmış) selüloz triasetat film tabakası uygulamaları başarılı sonuçlar vermektedir. Bu enzim naringin’i acı olmayan prunin ve naringenin’e parçalamaktadır. 

Gıdalardaki kötü kokulu amin ve aldehidleri de koku emici sistemler ile uzaklaştırmak mümkün olabilmektedir.  Nitekim, balık kaslarında ki proteinin parçalanması sonucu oluşan kötü kokulu uçucu aminlerin içerdiği güçlü alkali bileşikler, çeşitli asidik bileşiklerle nötralize edilebilmektedir. Bu bağlamda geliştirilen ve demir tuzu ile sitrik asit veya askorbik asit gibi bir organik asit içeren filmden hazırlanan torbalarda, aminler veya diğer kötü kokuya sebep olan oksitlenebilir bileşikler polimer tarafından absorbe edilebilmektedir. Keza yağların otoksidasyonunun çeşitli evrelerinde peroksitlerin yıkımı sonucu oluşan ve kötü kokulara sebep olan hexanal gibi aldehidler de koku emici sistemlerle ambalajın tepe boşluğundan uzaklaştırılabilmektedir. 

Bilindiği gibi; otoksidasyon tepkimelerinin ilk kademe ürünleri olan hidroperoksitler, tatsız ve kokusuz maddeler olduklarından, yağların ve yağlı gıdaların tüketilebilirliği açısından, tat ve kokuda belirgin bir değişiklik oluşmaz. Bu yüzden lipid içeren gıdalarda ve yağlarda tat ve koku değişimine bağlı kalite düşüşü için, ancak hidroperoksitlerin parçalanıp, ikincil kademe ürünleri olarak uçucu maddelerin oluşması gerekir. Çünkü oksidasyon tepkimelerinde oluşan bu ikincil ürünlerin büyük bir çoğunluğu ortamda çok düşük konsantrasyonda bulunmaları halinde bile, tat ve kokuda hoşa gitmeyen dönüşümlere neden olabilirler. Oluşan bu ikincil ürünler, aktif kokulu karbonili bileşikler (aldehidler ve ketonlar) malonil aldohidler ve alken yapısındaki hidrokarbonlar olmak üzere üç ana grupta toplanabilir. 

Patates cipsi, bisküvi, kahvaltılık hububat ürünler (snack foods), süt mamulleri, kanatlı etleri ve balık gibi gıdalarda ortaya çıkan aldehid kökenli kötü kokuların ambalajın tepe boşluğundan uzaklaştırılmasını sağlayabilen çeşitli ticari koku emiciler geliştirilmştir. Bu amaçla gözenek çapları yaklaşık 5 nm olan son derece poröz yapıya sahip sentetik alüminosilikat zeolitin ambalaj materyaline birleştirilmesiyle elde edilen sistemler kullanılmaktadır. 

Ancak ne var ki bu tip sistemler gıdaların bozulmasıyla ortaya çıkan karakteristik koku ve tatları gizleyebildiği için üreticiler tarafından amaç dışı kullanılma riski vardır. 
Aroma kaybının dengelenmesi amacıyla ambalaj materyaline aroma maddelerinin eklenmesi kullanılan başka bir yöntemdir. Hiç kuşkusuz aromaca zenginleştirilmiş ambalaj materyalleri ile istenen tat-koku maddelerin gıdaya geçişi ve ürünün duyusal özelliklerinin geliştirilmesi mümkündür. Ancak bu tür uygulamalar da, yukarıda belirtilen sistemlerde olduğu gibi, tüketicileri aldatıcı doğrultuda kullanılabilir.
 
Antioksidan salıcılar

Bilindiği gibi; gıdalarda oksidatif ransidite¹ ve oksipolimerizasyon etkisiyle meydana gelen bozulmaları önleyebilmek; özellikle kuru ve ve oksijene duyarlı gıdaların oksidasyon stabiliitesini iyileştirmek ve taf ömrünü uzatmak amacıyla çeşitli önlemlerin yanı sıra antioksidan maddelerden de yararlanılır. Oksidatif ransiditeyi önleyen antioksidanlar, fenolik yapıları nedeniyle antimikrobiyal özelliğide sahiptirler. Söz konusu maddeler ayrıca polimerleri stabilize etmek ve oksidatif bozunmaları önlemek için de kullanılırlar. Zira doğal ve yapay polimerler, işleme, depolama ve kullanım sırasında hava oksijeninin etkisiyle okside olup bozunurlar. Makromoleküllerin parçalanmasıyla ilintili olarak polimerde pek çok kimyasal, mekanik ve diğer fiziksel özelliklerinde değişimler ortaya çıkabilir. Kalite düşer ve hatta malzeme kullanılmaz duruma gelebilir. İşte bu nedenle polimer işlenirken veya kampaund yapılırken antioksidan maddelerin katılması gerekir. Ancak depolama sürecinde polimerik filmlerde ki antioksidan konsantrasyonu, hem oksidasyon nedeniyle hem de polimer yüzeyinden evaporasyon yolu ile azalır. Antioksidanların plastik filmlerden gıda maddesine evaporatif migrasyonu uzun süreden beri bilinmekte ve bu özellikten gıda ambalajlamada, özellikle kahvaltılık tahıl endüstrisinde ve snack gıda olarak bilinen aperatif çerez gıdaların ambalajlanmasında yararlanılmaktadır. Ambalaj materyallerine bu amaçla ilave edilen antioksidan maddeler; bütillenmiş hidroksikinon (TBHQ) dur. Ancak günümüzde yapay antioksidanların yerine doğal antioksidanların kullanımı teşvik edilmekte ve özellikle E ve C vitamininin polimer filmlere eklenmesi önerilmektedir. Bunlardan E vitamini molekülleri BHT’den daha büyük olduğu için, BHT’den daha az yer değiştirebilen bir antioksidandır. Dolayısıyla ambalaj filminden gıdaya geçişi BHT’ye oranla daha zor olmaktadır. 
Bu yazı ASD-Ambalaj Sanayicileri Derneği tarafından yayınlanan Gıda Ambalajlama Teknolojisi isimli kitaptan alınmıştır. Ayrıntılı bilgi için www.ambalaj.org.tr
 
Prof. Dr. Mustafa Üçüncü